Temmuz 2017 - vulnicure

30 Temmuz 2017 Pazar

We Raise Our Hats to the Strange Phenomena :)

Pazar, Temmuz 30, 2017 1
We Raise Our Hats to the Strange Phenomena :)
    Kate Bush 59 yıl önce tam da bugün dünyaya geldi. Onu yetiştiren ailesi onun müzikle iç içe büyümesini sağladılar. Kate 11 yaşındayken piyano ve org çalabiliyor, bir yandan da keman çalmayı öğreniyordu. Ergenlik dönemi boyunca kendi bestelerini yapıp şarkı sözlerini yazdı. Kate'in tek ilgi alanı müzik değildi tabii, sinema ve edebiyata özel bir ilgi duyuyordu, bu da yazdığı sözlere yansıyordu. 

 70'lerin ortalarında plak şirketlerinin reddettiği bir demo teybini bir şekilde David Gilmour dinledi ve Kate'in kariyerinin başlangıcında kendisine destek oldu. 1978 yılında ilk stüdyo albümü The Kick Inside yayınlandı. Albümden yayınlanan singlelar çok sevildi, albüm İngiltere listelerinde 3. oldu. Kate eşsiz biriydi, 19 yaşında yayınladığı ilk albüm dinleyiciler olarak bunu sonradan anlasak da resmen bir öncüldü. Kate'in tarzı piyasadakilerden farklıydı, o hem müziğiyle hem danslarıyla hem de görünümüyle benzersiz bir sanatçıydı.

1978 sonlarında ilk albümünün başarısından daha fazla istifade etmek isteyen plak şirketi Kate'e ikinci albümünü hazırlamasını söyledi. Albümün aceleye gelen hazırlanış sürecinden memnun olmayan Kate 1989 yılında bir röportajında albümü Lionheart için şunları söyleyecektir: "Ne kadar çabuk yaptığımız düşünüldüğünde gerçekten harika bir albüm, ama ben albümden yeterince hoşnut değilim." Lionheart ilk albüm kadar sükse yapmadı ama Kate plak şirketinin üzerindeki ve müziğindeki baskısından rahatsızlık duyduğu için ailesiyle birlikte kendi yayımcılık ve menajerlik şirketlerini kurdu ve kendi müziğini devralma yolundaki ilk büyük adımını atmış oldu.

Böylece 1980 yılına gelindiğinde Jon Kelly ile birlikte prodükte ettiği üçüncü albümü Never for Ever'ı yayınladı. Bu albüm müziğindeki kendine dönüşün ilk somut örneği olduğu gibi en iyi örneklerinden de biridir. Never for Ever, Kate'in Birleşik Krallık'ta bir numaraya yükselen ilk albümü olurken, bu başarıyı gösteren ilk Britanyalı kadın sanatçı ve bu listeye bir numaradan giriş yapabilen ilk kadın sanatçı olmasını da sağlayan albüm oldu. Bunca başarıdan sonra Kate 1980 yılının sonbahar aylarında prodüksiyonunu tamamen kendisinin üstlendiği yeni albümünün çalışmalarına başladı. Bu albümün hazırlık süreci 2 yıl sürdü. Bu süreçte müziğinin kontrolü tamamen kendisinde olduğu için bambaşka ve denenmemiş pek çok şeyi denedi, ortaya da en az kendisi kadar benzersiz The Dreaming çıktı. The Dreaming, dünyadaki en enteresan art rock albümlerden biri. Kate'in ortaya çıkardığı en deneysel bu çalışmasında garip vokallerini süsleyen sıradışı enstrümantal uyumu anlatabilmek gerçekten çok zor, onu dinlemek gerek. Bu albüm The Word dergisi tarafından "Zamanımızın Hafife Alınmış Albümleri" listesine alınmış, işte tam da öyle bir albüm.

Sonrasında Kate evinin yanına bir stüdyo inşa ettirdi, tamamen istediği gibi yeni bir albüm hazırlama sürecine girdi. Bu albüm yani Hounds of Love, şu an onun "magnum opus"u sayılmaktadır ve en çok bilinen albümüdür. Bu albüm ikiye ayrılır: birinci yüzü Hounds of Love ve ikinci yüzü The Ninth Wave. İlk yüzü daha çok 80'lerin klasik müzik tarzını taşısa da bu tarzın en iyi örnekleri denebilecek seviyede iyi. İkinci yarısı The Ninth Wave ise çok özel bir konsepte sahip. Bizzat Kate'den alıntılayarak konseptini söylüyorum: "Gece boyunca suyun içinde yalnız kalan bir insan hakkında. Geçmişi, şimdisi, geleceği, gelip onu boğulmadan ayık tutmaya çalışıyor ki sabaha olana kadar uyuyup kalmasın." Albümün bu ikinci yüzündeki 7 şarkı inanılmaz şarkılar, hatta yakın zamanda burada yer almış Hello Earth'ü paylaşmıştım. Bu şarkıları en iyi sürreal bir tiyatroyu dinlemek olarak tanımlayabilirim. Yine deneysellik ön planda ama bu seferki deneysellik The Dreaming'den çok daha farklı. Bazen ürkütücü bazen peri masalından çıkmış gibi vokaller, cesur müzikal denemeler, farklı dillerden enteresan alıntılar... Kate bu albümüyle pek çok önemli başarıya imza attıktan sonra Peter Gabriel'ın hit şarkısı Don't Give Up'ta düet sanatçısı olarak yer aldı. Sonradan en büyük hitlerinin yer aldığı The Whole Story yayınlandı ve bu albüme bir de yeni single hazırladı.

1989 yılına geldiğimizde bu sefer de The Sensual World gibi bir harikayı yayınladı. Bu albüm ABD'deki en başarılı albümüydü. "Mmmh, yes!" O artık kendini kanıtlamış, sanatçılığıyla ön plana çıkan çok özel bir sanatçıydı. 1993 sonlarına doğru The Red Shoes albümü de geldi. The Red Shoes, inanılmaz bir albüm. İlk dinlediğimde bana çok yavaş gelmişti. Birkaç kez daha dinlememe rağmen bu yavaşlık hissi bir türlü geçmemişti ama şu an bu albümü en iyileri arasına koyarım. Alışmanız zor ama sevdikten sonra da bırakmanız zor. Yine konsept bir albümdür, 1948 yapımlı aynı adlı filmden esinlenir. Teması, sanatı tarafından ele geçirilmiş ve kırmızı ayakkabıları çıkarıp bir türlü huzur bulamayan bir dansçının etrafında şekillenir. Ayrıca bu albümle beraber benim henüz izleme fırsatı bulamadığım  The Line, the Cross & the Curve isimli kısa film de yayınlandı.

Bu albüm döneminden sonra Kate Bush çok uzun süre ortalıkta görünmedi. Zaten dikkat edersiniz ki neredeyse hiç özel hayatına değinmedim, çünkü özel hayatını medyatik bir şekilde yaşayan biri asla olmadı. Yukarıda da söylemiş olduğum gibi, o hep müziğiyle ve dehasıyla ön plana çıkan bir sanatçıydı. Epey uzun zaman sonra 2005 yılında sekizinci stüdyo albümü Aerial'ı yayınladı. Çifte CD ve vinyl formatında yayınlanan bu epey uzun albüm de oldukça etkileyici. Diğer albümlerinden çok daha farklı ama The Red Shoes ile değişen ve olgunlaşan tarzının en büyük meyvesi olabilir. Yine bu albümün de uzun uzun konuşulacak enteresan temaları vardı. 2011 yılına geldiğimizde Director's Cut adı altında eski şarkılarını yeniden yorumladı. Bu albümü kötü bulmuyorum ama dürüst olmak gerekirse şarkıların orijinal versiyonlarını, onun çılgın vokallerini daha çok seviyorum. O yüzden pek dinlemeyi tercih ettiğim bir albüm değil.

Ve yine 2011'de Kate'in son stüdyo albümü 50 Words for Snow geldi. Bu albüm kışı anlatır, hatta belki de en güzel anlatan albümlerden biridir. Albümle aynı adlı şarkıda kar için 50 kelimeyi gerçekten söyler Kate. Kışın dinlemenin makbul olduğu çok ama çok güzel bir albüm daha yayınladiktan sonra, 2014 yılında Kate'in 35 yıl sonra ilk canlı performansını Hammersmith Apollo'da sergileyeceği açıklandı ve bu turnenin biletleri tam 15 dakikada tükendi. Before the Dawn denen bu gösteriler 22 gece sürdü. Bu haberin ülkedeki heyecanıyla birlikte sekiz albümü birden Birleşik Krallık listelerine girdi. Bu konserlerde video kaydı almak yasaktı ama herkes ne kadar büyüleyici bir gece geçirdiğini söylüyordu... 2016'nın kasım ayında canlı albüm olarak bu konser de yayınlandı.

Kendimce anlatmaya çalıştığım bu kadın benim gibi onu seven milyonlar için her zaman özel bir yere sahip olacak. Gӧnül isterdi ki burada en sevdiğim 10 sarkısını paylaşayım, ama mümkün değil! :( Üstüne sabahtan beri kafa yorsam dahi 10 tanesini seçemiyorum. Birini seçsem diğerine haksızlık ediyorum gibi geliyor. Bu yüzden burada böyle bir liste yapamayacağım. Belki ileride olabilecek bir şey bu. Ben ilk defa onun bir şarkısını dinlediğimde şarkıyı pek de beğenmediğimi itiraf etmem lazım. En yakın arkadaşlarımdan biri dinletmişti ve vokali bana çok ama çok garip gelmişti. Sonradan kendim açıp ilk albümünü dinlemeye çalışsam da bir türlü Moving hoşuma gitmiyordu. Bu bahsi geçen arkadaşım da bana kızıyordu tabii. En sonunda o ilk şarkıyı dinledikten sonra bu kadını bırakamadım desem yeridir, öyle ki ilk kez blogumda bir sanatçıyı anlattım. Vikipedi'den epey yardım alarak :) Kate tam bir farklı türleri harmanlama ustası, müzikal dehasını en iyi kullandığı konu da bu zaten. Pandomim ve dans eğitimi aldığı için sergilediği performansları ayrı incelenmesi gereken, başlı başına sanat eseri niteliği taşıyan işte bu kadın iyi ki doğmuş! Müziği onu her zaman yaşatacak.

Not: Bu yazıya birtakım eklemeler yapacağım.