2023 - vulnicure

29 Kasım 2023 Çarşamba

Dile Kolay 10 Sene

Çarşamba, Kasım 29, 2023 19
Dile Kolay 10 Sene

Uzun bir aradan sonra bol yağmurlu bir günden herkese merhabalar!


Bugün bu merhabayı kaleme alışımın benim için çok özel bir sebebi var. 10 sene önce bugün lise sınavının ilk basamağını tamamladım, eve döndüm ve ailemin bana hediyesi olan yeni bilgisayarla bu blogu kurdum. Şimdilerde blogum neredeyse benim o dönemki yaşıma yetişti. Ne çabuk büyüyorlar, değil mi? :)


Bu sene hatırlamak istediğimden emin olamadığım kadar kötü geçti. Zaten ben kolay tökezleyenlerdenim; hayatın en temel gerçeği, insanın hayatla kurduğu o anlaşmanın ilk kuralı üstüme bir kez basınca ayağa kalkamadım. Şimdi bile günün birinde tam anlamıyla ayaklanmayı becerebileceğimden emin değilim, her kalkışımda aynı hızla çok daha sert düşüyorum çünkü. Tam da bu sebeple devamlılık konusunda burada, 10. seneye yakışmayacak şekilde sınıfta kaldım. Sesimin duyulmasını en çok isteyeceğimi sandığım zaman sesim kesildi. Gerçeklikten kaçışın olduğu kadar gerçeklerin de üstüne en çok gideceğimi sandığım zaman kendimi arafta buldum. Geçen sene dokuzuncu sene şerefine şöyle bir yazı yazmıştım ve bu sene çok daha heyecanlı, kendi adıma coşkulu olacak diye düşünmüştüm. Maalesef öyle olmadı. Her ne olursa olsun bugün en az on sene önce olduğum kadar heyecanlı ve mutluyum. Birdenbire ortalardan kaybolmayacağıma dair söz veremiyorum, ama çabalayacağımın sözünü verebilirim. Çünkü anlatacaklarım, anlatmak istediklerim bitmedi henüz. Her şeye rağmen burada dile kolay 10 senenin dolmasının sebebi de tam olarak bu aslında. Vulnicure benim sığınağım, arşivim ve en önemlisi ruhumun bir parçası. Ne olursa olsun kendimi bulduğum yer. 


O hâlde nice on senelere!



19 Eylül 2023 Salı

Eylül Meydan Okuması | 6-10

Salı, Eylül 19, 2023 8
Eylül Meydan Okuması | 6-10


Yüreğimin İklimi'nin düzenlediği meydan okumanın sorularına gitmek için buraya tıklayabilirsiniz.



6) Şunu görmeden/yapmadan ölmek istemem dediğiniz şey nedir?

Avrupa'yı karış karış gezmek. Hayal gücünün sınırlarının zorlandığı bir istek değil belki ama Türkiye'nin gidişatı sürekli daha kötüleşen ekonomisi bu isteğimi hayal olmakla sınırlı tutuyor. Eh, Avrupa üniversiteleri de buyur bize gel diye kapımda sıraya girmiyor sonuçta. Kısacası hayatımın şu anki evresinde hayalimdeki uzun ve detaylı Avrupa gezisi benim için oldukça ulaşılmaz ancak bu geziyi, hatta gezileri yapmak en büyük isteğim.



7) Çocukluğunuzdan hatırladığınız ilk şey nedir?

Çocukluğuma dair hatıralar hep birbirine karışıyor. Bazen de zihnim bana oyun oynuyor ve bana anlatılanları, fotoğraf ya da videoda gördüklerimi gerçekten hatırladığımı sanıyorum. O yüzden üstüne ne kadar düşünürsem düşüneyim bu soruya doğru bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. Ama çok net hatırladığım kabus gibi bir anım var, onu anlatayım. Yıl 2004 ya da 2005, ben de 4-5 yaşlarındayım, ailemle Altınoluk'ta tatildeyiz. Henüz yüzme bilmediğim için şuna benzer büyük bir simitle denize giriyorum. Annemler beni önce birbirlerine ittikleri, sonra da yakın mesafeden hafifçe birbirlerine fırlattıkları bir oyun yapıyor. Beni çok eğlendiren bu oyun, babamın dozu kaçırmasıyla korkunç bir 10-15 saniyeye dönüyor. Babam fazla yukarıdan ve hızlı, oyunu aşacak bir fırlatış yapıyor, annem yakalamak için yetişemiyor. Böylece simit su yüzeyine ters düşüyor ve ben denizin altında kalıyorum. Simit oturmalı tipte olduğu için vücudumdan tak diye çıkarmak mümkün değil, mutlaka beni geri döndürmeleri gerekiyor. Ama o da çok kolay olmuyor. Hiçbir şey yapamadığım ve çırpındığım panik dolu o anları çok net hatırlıyorum, suyun içinde duyduğum annemin korku dolu sesi zihnimde canlanıyor. Şimdi bile üçümüz denizde olunca bu olayı hatırlarız, tabii artık gülüp geçtiğimiz bir anı ama o zaman hiç de gülünecek gibi değildi. Bu anı zihnimde kötü bir yer edindi ama neyse ki suya küsmedim :)



8) Biri vardı değil mi "bu insan" olmanızı sağlayan, kimdi o?

Az önce yazdığım anıdan sonra kendisi için sorumsuz ebeveyn portresi çizmemişimdir umarım, çünkü bu soruya cevabım annemden başkası değil. :) Kimseye bir şey olmadan hemen döndürülen bir kaza annemi tanımlamıyor sonuçta.


Annem hep benim elimi tuttu. Ben kendi kendimi dibe batırdığımda çıkmama yardım etti. En yakınım, en güvendiğim oldu. Bana saygı duydu, kimse dinlemediğinde beni dinledi. Söylediklerimi anlamadığında bile dinledi, anlamak için çabaladı. Beni kendisinin bir uzantısı olarak görmedi, değerimi bana hep hissettirdi.




9) Bize bir nasihat vermenizi istesek?

Kendi değerinizi bilin, her şeyden ve herkesten önce kendinize saygı duyun. Bu evrende insanın toz zerresi kadar oluşu sizin bir birey olarak değerinizin olmadığı anlamına gelmiyor. Kendini bilen insan başkalarının da değerini gözetir, saygı duyar.



10) Blogunuzun başkaları tarafından okunduğunu bilmek size nasıl duygular yüklüyor?

Başkalarının okumasını istemeseydim blog yazmazdım, ya da blogumu gizleyerek kendi kendime yazardım. Yani bir kişiye bile olsa hitap etmek beni mutlu ediyor. Karaladığım iki satırın altına hiç tanımadığım kişilerin "Ben de!" demesi, kendi görüşlerini veya önerilerini yazması öyle özel bir şey ki! Ama bu durumu asıl özel kılan buradaki blogger topluluğu. Burada anonim olmak da, isim soyisimle yazmak da aynı; her ikisi de aynı ölçüde değerli. Sokakta yan yana gelsek birbirimizi tanıyamayacağımız insanların dünyasını kimi zaman en yakınlarından bile fazla tanıma fırsatı buluyoruz. Kısacası burada yazmak kadar okumak da değerli.


Kendisini çok iyi bilen bir istisna haricinde günlük hayatımdaki insanların blogumu okuması ise beni çok memnun etmiyor. Şimdilerde bildiğim kadarıyla zaten okumuyorlar, blog ismini değiştirdiğim için hatırlamıyor da olabilirler ama eskiden bu konuda sorun yaşadığım ve blogumdan soğuduğum olmuştu. Çünkü zihinsel olarak gelişim çağımın başından yetişkinliğe geçişime kadar çok büyük bir süreç burada yatıyor. Rahat edemiyorum, belki o an içinden geçtiğim süreci buraya dökmek isterken yapamıyorum. Tamamen olmasa da anonim oluşumun sebebi de bu zaten. 

Eylül Meydan Okuması | 1-5

Salı, Eylül 19, 2023 8
Eylül Meydan Okuması | 1-5



Uzun süre blog formatında yazı yazmamak bana iyi gelmedi, kelimeleri bir araya getirmekte bile zorlanır oldum. Başladığım hiçbir yazıyı tamamlayamadığım böyle bir anda İlkay'ın blogunda bir meydan okuma yazısı dikkatimi çekti, budur dedim. Belki bu vesileyle "yazar tıkanıklığı"nı aşarım diye umut ederek etkinliğe katılmaya karar verdim. Ben çok geride kaldığım için soruları birkaç yazıda toplu olarak tamamlamaya çalışacağım.


 Yüreğimin İklimi'nin düzenlediği bu keyifli meydan okumanın sorularına gitmek için buraya tıklayabilirsiniz.



1) Kurtulmak isteyip kurtulamadığın alışkanlığın var mı?

Tam olarak kurtulmak istediğimi söyleyemiyorum ama internetten kopamama alışkanlığımın biraz da olsa azalmasını isterdim. İnternet, hayatımın içine öylesine işlemiş ki kendi isteğim dışında uzaklaştırıldığım anlarda dünyadan kopmuş ve her şeyi kaçırmış hissediyorum. Nefes aldığım her anı elektronik aygıtlara kendimi zincirlemişçesine yaşamıyorum, özellikle sosyalleşirken bundan itinayla kaçınıyorum ama işte; o bağlantının kurulmuş olması gerekiyor, yoksa içim rahat etmiyor. Türkiye'de, dünyada, kültür aleminde yaşanan en ufak gelişmeden geride kalmak beni korkutuyor ama biliyorum ki beni asıl korkutması gereken bu muhtaçlık.


Lisedeyken birkaç günlüğüne babaannemlere kalmaya gitmiştim, o zamanlar onların evinde modem yoktu. Sorun değildi, zaten tarifemde bana hayli hayli yetecek internet paketi bulunuyordu. Ama köye gidince interneti geç telefonumun bile çekmediğini fark ettim. O zamanki telefonum darbe alınca veya düşünce hattımın gidip geldiği oluyordu, o yüzden baştan çok önemsemedim. Gelgelelim saatler geçtikçe ve aile hasreti giderildikçe telefonumun düzelmeyişini görmek beni iyice rahatsız etmeye başladı. Benimle aynı servis sağlayıcıyı kullanan herkes aynı sorunu yaşıyordu, öyle olunca telefonu çeken birilerinden abonesi olduğumuz telekom firmasını aradık. Meğer baz istasyonunda bir problem varmış, birkaç gün telefonlar hiçbir şekilde çekmeyecekmiş. İnanın telefonsuz o 1-2 gün benim için geçmek bilmedi, geçsin diye sinirli sinirli bekleyip durdum. İzole yaşam fikri beni pek cezbetmiyor belli ki, telefonumun içindeki dünyadan kopamıyorum.




2) Doğa mı, şehir mi? Neden?

Büyük şehirler dur durak bilmeyen akışında insanı bunaltıyor ama en ufak bir ihtiyaç için bile arabaya ya da 45 dakikalık yürüyüşe ihtiyaç duyulan şehirden uzak, doğayla iç içe yerler de insanı fazlasıyla kısıtlıyor. Bu yüzden bana her ikisinden de biraz lazım. Şehir hayatının sunduğu kolaylık ve imkanlardan vazgeçebilmem mümkün değil ancak doğadan da uzak olmamalıyım, olamam. Yoksa kendimi kaybederim.



3) En beğendiğiniz mimari eser? Neden?

Bana mimari eser beğendirmekten kolayı yok. Gözüme azıcık hitap eden her türlü eseri hayranlıkla izleyebilirim. Zaten enlerimi seçmekte de çok zorlanırım, o yüzden bugün önünden geçtiğim için aklımda olan Fener Rum Erkek Lisesi'ni söyleyeyim.


Yapının içine girmek bir türlü kısmet olmasa da -geçen seneki o meşhur kermese gitmeyi planlamıştım ancak izdihamı andıran sırasını görünce nasıl döneceğimi şaşırmıştım- bazen sadece orayı izlemek için Fener'den geçiyorum. Bu binanın İstanbul'daki başka hiçbir yerde beni etkisine alamamış bir büyüsü var. Kendime sözüm olsun, bir gün içine de gireceğim!





4) Koleksiyonunu yaptığınız bir şey var mı?

Hatıra koleksiyonum var. Bu koleksiyonda gittiğim filmlerin, izlediğim konserlerin, katıldığım etkinliklerin, gezdiğim müze ve sergilerin biletlerini saklıyorum mesela. Ya da benim için özel geçmiş bir günü hatırlatacak mekanlardan bir fiş, bazen peçete, yırttığım ufak bir broşür parçası, bileklikler oluyor bazen. Mektuplar, zarflar, çizimler, karalamalar, her gün kullanamayacağım sembolik hediyeler... aklınıza ne gelirse. "Ne kadar güzel bir gündü!" dediğim her bir hatıraya ve o hatıralarda bana eşlik eden herkese ait somut bir şeylerin elimde olmasını istiyorum.



5) Hangi film? Niçin?

Bunun gibi sorular beni hep çok zorlamıştır. Biliyorum ki dünyadaki tüm filmleri izlesem dahi şu soruya tak diye yanıt veremeyeceğim. O yüzden bu soruyu kendim için biraz kolaylaştırarak eylül ayında izlediklerimden bir film seçme şeklinde güncelleyeceğim.


Disney Plus


Beyoncé, 2019 yılında The Lion King'in yeniden çevriminde sesiyle Nala'ya hayat vermişti. Afro-Amerikalı bir kadın olarak bu filmin yapım sürecinde sanatı adına epey ilham almış olsa gerek çünkü 2020 yılında Black Is King isimli bir müzikal film yayınladı. Yapım sürecinin tüm aşamalarında kendisinin de bulunduğu bu tutku projesi, The Lion King: The Gift albümündeki şarkıların Lion King'in hikayesinin yeniden yorumlanarak görselleştirildiği bir formunu Afrika kültür mirasını onore ederek sunuyor.


1994 yapımı Lion King filmi en sevdiğim animasyonlardan biri olmasına rağmen 2019 yapımı filmi hiç sevmemiştim. Filmin fotogerçekçi animasyon tekniği; repliklere kadar aslına sadık kalınmış bu yeniden çevrimin ilk filmi bize sevdiren en önemli etkenlerden birinden yani duygulardan uzaklaşmasını sağlamıştı. Gelgelelim benim bu soru için seçtiğim Black Is King visual albüm formatında olduğu için böyle bir problemden muzdarip değil çünkü gücünü müziğin filme, görselliğe dökülmesinden alıyor. Film, Lion King'in akıllara kazınan o hikayesini farklı bir vizyonla görmek isteyenler ve müziğin görsellikle birleşiminden keyif alanlar için izlemeye değiyor.

16 Eylül 2023 Cumartesi

2023 MTV Video Music Awards’un Ardından...

Cumartesi, Eylül 16, 2023 10
2023 MTV Video Music Awards’un Ardından...
Kevin Mazur


 "VMA mi kaldı?" diyeceksiniz, haklı da olacaksınız. Töreni en son 2020 yılında izlemiştim, eh, takdir edersiniz ki o sene pandeminin en eve tıkılı dönemiydi ve yapacak daha iyi hiçbir şeyim yoktu. Bu sene izlemeyi düşünmüyordum ancak törenin yapıldığı gece beni uyku tutmadı ve Twitter'da gezindikçe pembe halı görüntüleri karşıma çıkıp durdu, ben de merakıma yenik düştüm.


İzledikçe neden artık kimsenin bu etkinliği umursamadığını iyice anlamış oldum. Çok değil, 7-8 sene öncesine kadar VMA sahiden prestijli bir ödüldü. Bunun yanı sıra Britney Spears'ın omuzlarında pitonla sergilediği meşhur performanstan Kanye West'in Taylor Swift'in ödül konuşmasını bölmesine kadar pop kültürü tarihine geçmiş pek çok an ve performans da bu törenden çıktı. Şimdilerde ünlü sanatçılar promosyonunu yapacakları bir şey yoksa törene uğramıyor bile. Maalesef 2023 yılı da tüm bunlar için bir istisna olmadı. Hafta içi yapılan ve 4 saate yakın süren törenin kazananların tamamının canlı yayında açıklanmaması ve tweetlerle duyurulması organizasyonun amatörlüğünün sonuçlarından sadece biriydi. Bazı kısımlar gereksiz uzundu, keyifsizdi. Ödüllerin akışı fazla yavaştı. Özellikle sonlara doğru bitse de gitsek diye düşündüm durdum ama dünya bana bu konuda pek katılmamış sanırım çünkü etkinlik 2019'dan beri 18-49 yaş aralığındaki en yüksek reytingini almış.


Törenin sunucusu Nicki Minaj'dı ancak buna ne kadar sunuculuk diyebiliriz bilemiyorum çünkü Nicki açılışı yaptıktan sonra 1-2 saat ortalıklarda hiç görünmedi. Performansını pek beğenemedim, tıpkı törenin kendisi gibi tekdüze buldum. Yine de yakında yayınlanacak albümü Pink Friday 2'dan yeni bir parçayı duymak heyecan vericiydi, zaten albümü merakla bekliyorum. Bunun dışında Nicki hip hop'ın 50. yılı şerefine yapılan özel performansta da sahne aldı ki bu performans gecenin en keyifli dakikalarındandı.


VMA "relevant"lığını yitirse dahi onur ödülü sayılan ve törenden önce açıklanan Vanguard Ödülü'nün kime verildiği başlıklarda kendine hep yer buluyor. Ödülün bu senenin kazananı ise Shakira'ydı. Shakira'ya çocukluğumdan beri bayılıyorum, bu ödülü de sonuna dek hak ettiğini düşünüyorum. Performansında da çok sevdiğimiz hitlerini artık klasikleşen Shakira dansıyla izlemek çok keyifliydi. Ancak... arkaya canlı vokal bile kaydetmeden tamamen playback yaparak performans sergilemiş olmasını sevmedim. Bu hareketleri yapmak kolay değil, biliyorum ancak mikrofonun açılmaması da Shakira gibi birine çok yakışmadı diye düşünüyorum. En azından arkaya yeni canlı vokaller kaydedilebilirdi. Shakira'nın seti fena değildi ancak bu senenin performanslarında dikkatimi en çok çeken durum setlerin oldukça sıkıcı ve renksiz olduğuydu. VMA'in eski günlerinin dev prodüksiyonlu setlerini beklemiyorum tabii ancak 2020'de bile daha yaratıcı işler vardı, bu konuda tören genel olarak sınıfta kaldı.


Törende öne çıkan performanslardan biri Olivia Rodrigo'ya aitti. Vampire'ın müzik videosunu  buradaki performansına yedirdiğini anlamayan bazı ünlü ve seyircilerin tepkilerini izlemek eğlenceliydi. Yaşı gereği Olivia canlı performans sergileme konusunda sıkıntılar yaşayan biri ancak çıkış yaptığı seneye kıyasla kendini ne kadar geliştirdiğini göstermiş oldu. Olivia gecenin ilk dakikalarında şarkılarını seslendirdikten sonra ortalardan kayboldu, bir daha görülmedi. Bu konuda ona yeni işbirlikleri Bongos performansını sergilemek üzere törene katılan Cardi B ve Megan Thee Stallion eşlik etti. Bana bu konuda fazlasıyla karşı çıkanlar olacaktır ancak bence ikili gecenin en iyilerindenlerdi. Her ikisinin de sahneden dolup taşan müthiş enerjileri törene renk kattı. Özellikle Cardi'nin seslendirdiği kısımlarda arkadaki ses fazla yüksek olsa da bu yüksek tempolu ve koreografili performansta kendisine çok yüklenmeyeceğim çünkü en azından sesini duydum. Megan her zamanki formunda olsa da törende performasından çok Justin Timberlake ile sahne arkasında yaşanan mevzusuyla konuşuldu. Twitter'da paylaşılan bir videoda Megan *NSYNC üyelerine, özellikle de Justin Timberlake'e kızıyor gibi görünüyordu. Aralarında ne olup bittiği anlaşılamadığı için sosyal medya bu konuyla çalkalandı ancak sonradan Megan, Justin ile bir videosunu paylaşarak aralarında bir problem olmadığını, sadece fazla el hareketi kullanarak konuştuğunu söyleyerek konuyu kapattı. Bu durum *NSYNC'in yıllar sonra tekrar bir araya gelişine biraz gölge düşürdü. Her ne kadar Justin Timberlake'in özellikle Timbaland ve Danja dönemleri pop müziğe dair en sevdiğim dönemlerden olsa da ben gruba nesil olarak yetişemediğim gibi hiçbir zaman ilgi duymadım, dolayısıyla Taylor Swift başta olmak üzere izleyiciler gibi çılgına dönemedim. Ancak Nelly Furtado ve Timbaland'i ödül sunmak üzere bir arada görmek muhteşemdi, özellikle Nelly'nin enerjisi çok iyiydi.


Demi Lovato'nun performansı eski 3 hitinin "rock" düzenlemeli hâlleriydi. Dürüst olmak gerekirse Demi Lovato'nun pop rock köklerine döneceğini ilk öğrendiğimde Miley Cyrus'ın Plastic Hearts'ı gibi olgun bir iş göreceğimizi düşünerek heyecanlanmıştım. Ancak ortaya çıkan sonucu gördüğümden beri Demi'nin tam bir sanatçı vizyonuna ve özgünlüğüne sahip olmadığını düşünüyorum. Pop rock albümü ve eski şarkılarını bu tarz düzenlemelerle tekrar kaydetmesi bende şimdilerde tekrar popülerleşmiş ve listelerde kendine yer bulmuş bu sounddan kendine yer edinme çabası gibi geliyor. Gece sergilediği performansını ise Sorry Not Sorry kısmı dışında beğenmedim ve özensiz buldum.


Noam Galai

Doja Cat'in performansı bana göre gecenin en iyisiydi. Kendisi sosyal medyadaki tavırlarıyla çoğumuza göz devirtse de sahneyi doldurarak iyi performans sergilemeyi çok iyi biliyor. Ayrıca Diddy'nin Küresel İkon Ödülü'nü alması şerefine sergilediği özel performansında kendisine eşlik eden Keyshia Cole'un vokalleri de törende beni etkileyenlerdendi. Bunların dışında gece boyunca 15-20 saniyeliğine sahne alan bazı yeni sanatçılar vardı. Bu kısa performanslar kendilerine görünürlük kazandırıyor olsa da seyirci şarkının havasına giremeden bir anda kesiliyordu. Reklam arası gibi şarkı arası mı olur? Hiç anlayamadım.


Gecenin k-pop kontenjanını Stray Kids ve TXT doldurdu. Her iki grup da törende çölde vaha etkisi yaratacak şekilde iyiydi. Stray Kids'in performansı grubun potansiyelinin bir fragmanı gibiydi, özellikle sonlara doğru iyice yükselen bu performanstan çok daha fazlasını yapabildiklerini biliyorum. TXT'nin Anitta ile performansı ise bir süre önce ilgimi yitirdiğim bu gruba tekrar merak duymamı sağladı, harikaydı.


Ödüllere gelecek olursak... VMA birkaç teknik kategori dışında hayran oylarına göre veriliyor, yani üstüne yorum yapmak pek mümkün değil. Sanatçılar da bu sebeple törene pek teşrif etmiyorlar zaten, hayran gücü yüksek isimler karşısında hiç şansları yok çünkü. Ben yine de birkaç kategori hakkında konuşacağım. Ice Spice'ın En İyi Yeni Sanatçı'yı kazanması kimseyi şaşırtmamıştır, kendisi yılın en çok ses getirenlerindendi. En İyi İşbirliği'ni Rema ve Selena Gomez işbirliği Calm Down'ın kazanmamasının hiçbir açıklaması yok bence, çıkışının üstünden ne kadar zaman geçmesine rağmen nereye gitsek bu şarkıyı duyuyoruz. En azından En İyi Afrobeats Şarkısı Ödülü'nü kazandılar da geceden ödülsüz dönmüş olmadılar. Yılın Grubu Ödülü'nü Blackpink aldı ki ödülü daha önce hiç almamışlar, buna çok şaşırdım. En İyi K-Pop Ödülü'nü ise törende performansını sergiledikleri S-Class şarkısıyla Stray Kids aldı, bunun grup adına önemli bir fırsat olduğu kesin.


Yazının başındaki fotoğraftan da anlaşılacağı gibi geceye adını kazıyan isim Taylor Swift'ten başkası değildi. Taylor, sahip olduğu 11 adaylığın 9'unu kazandı. Kariyerinde eşsiz bir yeni zirve noktası yaşayan Taylor'dan başkasının Yılın Sanatçısı'nı alacak hâli yoktu tabii, buna bir lafım yok. Ancak neredeyse tüm ödüllerin kendisine gitmesi büyük Taylor Swift hayranları dışındaki izleyici için bunaltıcı oluyor. Mesela listede Flowers ve Kill Bill gibi şarkılar varken Yılın Şarkısı'nın veya Yılın Videosu'nun Anti-Hero olduğunu düşünen var mı? Yine de bu kategoriler hayran oylarıyla seçildiği için kabul edilebilir, ancak profesyonellerce seçilen En İyi Yönetmenlik ve En İyi Sinematografi'nin de Anti-Hero'ya gitmesi biraz abartı oldu. Bu gibi durumlarda bazı ödüllerin törene katılacak kişilere göre ayarlandığı belli oluyor. Taylor ödülleri dışında törende baştan sona kalan nadir ünlülerden olması ve sürekli dans ederek eğlenmesiyle de internette epey konuşuldu. Selena Gomez'in tepkileri ve mimikleri de tıpkı arkadaşı Taylor Swift'te olduğu gibi paylaşıldı durdu. Bence kendisinin tavırları oldukça eğlenceliydi.


Ve 2023 MTV VMA benim için böyleydi. Uyumadığıma değdi mi? Hayır. İzlediğim için pişman mıyım? Eh, bu da hayır. Son olarak törenle alakalı olmasa da dikkatimi çeken bir durumdan bahsetmeden edemeyeceğim. Törenin ABD yayınındaki reklam aralarında kanalda sıklıkla ilaç reklamları döndü ve bahsi geçen ilaçlar pastil ya da takviye ürünleri değildi. Örneğin Lady Gaga migren için bir ağrı kesicinin reklamında oynuyordu. Türkiye'de böyle bir durum olmadığı için her seferinde şaşırıyorum, nasıl izin veriliyor buna? Tamam, ilacın olası yan etkilerinden bahsediliyor ama yine de mantığını bir türlü anlayamıyorum.

20 Ağustos 2023 Pazar

Geride Kalanlar

Pazar, Ağustos 20, 2023 16
Geride Kalanlar

Bu satırları yazmayı hiç istemedim. Ne kadar geçiştirsem de, istemesem de birkaç ay ortadan kaybolduktan sonra hiçbir şey olmamışçasına geri dönmek olmazdı. Zaten ileride buralara dönüp bakınca geçmişteki beni hislerini, yaşadıklarını bastırıp yok saymış bir şekilde bulsaydım biliyorum ki kendime çok kızardım.


Mayıs ayında dedemi kaybettik. Dönüp baktığımda hâlâ inanasım gelmiyor; sanki ebedi bir uykuya değil de köydeki kahveye, arkadaşlarının yanına uzun bir ziyarete gitmiş de geri gelecek gibi hissediyorum. Yokluğu her gün yüzüme yüzüme çarpıyor, ardında bıraktığı eşyalar ve bana onu hatırlatan küçük şeyler canımı daha da yakıyor. Hani dizilerde dizinin yaşça büyük, emektar oyuncusu jeneriğin sonunda "ve ..." şeklinde yer alır ya, benim hayatım bir dizi olsa jeneriğin o kısmı tam olarak dedeme ait olurdu işte, öyle bizim bir ilişkimiz vardı. Okuma-yazmayı söküp öğretmenden kurdele aldığım gün okuldan beni o almıştı. Artık "Dedee, bana bunu okusana!" diye yüzüncü kez aynı kitabı okumayacağı torununa okumayı öğrenmiş hâliyle ilk okuma kitabını da o aldı. Ben de o kitabı hep özenle sakladım. Şimdi okuduğum bölüm, edinmeye çalıştığım kariyer ve bu blogda yazmamın da kocaman bir örneği olduğu en büyük ilgi alanım düşünüldüğünde; ilk kitabı onun bana alması çok simgesel ve doğru geliyor. Sanki onun karakterinin ve aramızdaki dede-torun ilişkisinin bir yansıması gibi çünkü o ilgi alanlarıma, başarılarıma, isteklerime hep saygı duydu ve iyi kötü her anımda beni sonsuz bir sevgiyle destekledi. 


Aradan geçen şunca zamanda bir gün bile onu düşünmediğim olmadı ama artık iyiyim. Bazen hiçbir şey bana keyif vermiyor ve derin bir çukura düşüyorum, bazen tüm bu olup bitene isyan ediyorum ama; iyiyim. İnsan devam etmek zorunda. Artık kimse beni "ilk göz ağrım" diye sevmeyecek, dedemle geçen güzel günlere bir daha asla dönemeyeceğim, yeni hatıraları da biriktiremeyeceğim belki ama biliyorum ki o yirmi üç seneyi kimse benden hiçbir koşulda alamayacak. Varlığım bile onun bana bir hatırasıyken bana kattıklarını, yaşattıklarını, hissettirdiklerini unutmaya niyetim yok. Tüm benliğimle ona sahip çıkacağım, kendi yaşantımda da bunu uygulayacağım. Onun anısını hislerimi bastırmadan yaşatarak devam edeceğim.


Burası onun hayatta olduğu o güzel günlerde donup kalmıştı, bu süreçte biraz da bu yüzden buralara bir şeyler yazmak istemedim. Bundan sonra yavaş yavaş da olsa buraya dönmeyi istiyorum. Bu süreçte cevaplayamadığım yorumlar ve mesajlar için beni mazur görün lütfen.

5 Nisan 2023 Çarşamba

Sinema Üzerine Sohbet

Çarşamba, Nisan 05, 2023 11
Sinema Üzerine Sohbet


Son zamanlarda sinema adına heyecan uyandıran gelişmeler yaşanıyor. Çok iyi getirisi olacağına inanılan bazı iddialı filmler gişede çakılıyor, düşük bütçeli ancak orijinal filmler gişede büyük karşılık görüyor. Hâl böyle olunca yapımcılar dev filmlerin seyirciyi kendine çeken bir yanı olması için çabalıyor, karşımıza John Wick: Chapter 4 ya da Top Gun: Maverick gibi sinematik anlamda doyurucu işler çıkıyor. Öte yandan Ant-Man and the Wasp: Quantumania veya Black Adam gibi filmler marka değerinin ya da oyuncunun her şey olmadığını gösteriyor.


Yakın zamanda vizyona giren M3GAN, Scream VI ve Cocaine Bear gibi filmlerin iyi geri dönüşlerinin yanı sıra vizyon takviminin ilerisi de göz dolduruyor. Özellikle yaz aylarına yaklaştıkça hem popüler sinema hem bağımsız sinema dikkatleri üstüne çeken işlerle dolu. Greta Gerwig’in yönetmen koltuğuna oturduğu; fragmanı ve yayınlanan fotoğraflarıyla geçtiğimiz günlerde interneti sallayan Barbie, bu senenin en çok heyecan uyandıran işlerinden biri mesela. Christopher Nolan'ın Barbie ile aynı gün vizyona giren Oppenheimer'ı da yaz sıcağında sinema salonlarının dolu olacağını şimdiden gösteriyor gibi. Midsommar ve Hereditary'nin yönetmeni Ari Aster'ın yeni filmi Beau is Afraid'in yanı sıra Wes Anderson'ın yeni filmi Asteroid City de ünlü yönetmenlerin dikkat çeken diğer işlerinden.


Seri filmlerden Indiana Jones and the Dial of Destiny'nin Cannes'da açılışını yapmasına artık sayılı günler kaldı. Yılın sonlarında yayınlanacak Dune: Part Two ve The Hunger Games: The Ballad of Songbirds and Snakes gibi filmleri saymıyorum bile. Marvel'ın izleyicide heyecan uyandırma potansiyeli olan filmlerinden Guardians of the Galaxy Vol. 3 önümüzdeki ay vizyona giriyor. Animasyon cephesinde de işler yolunda. Merakla beklenen Spider-Man: Across the Spider-Verse yazın sinemaları renklendirecek. Pixar'ın Elemental'ı yolda, Your Name'in yönetmeni Makoto Shinkai'ın yeni filmi Suzume ise mayıs ayında Türkiye'de vizyona giriyor.


Başka Sinema bizleri her zaman olduğu gibi festival filmlerine doyurmaya hız kesmeden devam ediyor. Hafta sonu başlayacak İstanbul Film Festivali'ne bilet fiyatlarının cep yakması ve zaman uyuşmazlığı sebeplerinden gidemeyecek olsam dahi izlemek isteyeceğim filmleri sonradan vizyonda yakalayabileceğimi düşünüyorum. Şimdilerde gözüm geçen sene Cannes'da Jüri Ödülü'nü EO ile paylaşan Le otto montagne ve festivalde yarışan Tchaikovsky's Wife'ta. 


Reddit'te frostkaiser nickli kullanıcının paylaşımından alınmıştır.


Ama popüler sinema bazında bir sıkıntı yok değil. Gerek vizyon filmleri gerekse gelecek filmler; devam filmleri ve yeniden çevrimlerden geçilmiyor. Yakın zamanda Shrek 5, 2016'da yayınlanan Moana'nın live-action versiyonu, Harry Potter filmlerinin HBO'da dizi formatında yeniden çevrimi duyuruldu. Yüzüklerin Efendisi'nin prodüksiyon aşamasında işleri var. John Wick'in gelecek sene vizyona girecek bir spin-off filmi var ancak son filmin başarısından sonra serinin devamının geleceğini tahmin etmek pek de zor değil.


Disney zaten kocaman bir spin-off ve yeniden çevrim fabrikasına dönüştü. Biz Toy Story'nin öyküsü tamamlandı zannederken şirket 5. filmi duyurdu. Çok sevilen Frozen ve Zootopia'nın devam filmlerinin gelmemesi şaşırtıcı olurdu. Biz bunları konuşurken bir yerlerde Marvel'ın Sinematik Evreni yeni yapımlara onay veriyor. Marvel dışında DC ve Star Wars gibi dev evrenler de tam gaz devam ediyor tabii.


Hâl böyleyken dünya çapında en çok hasılat yapan 10 filmin 6'sının devam filmi, 1 tanesinin yeniden çevrim filmi; animasyonda ilk 10'un 7'sinin devam filmi, 1'inin yeniden çevrim filmi olduğu bilgisi kimseyi şaşırtmayacaktır. Deep'in geçen sene Oscar adaylıkları hakkında yazdığı yazıda bahsettiği gibi, Amerikan sineması özgün içerik konusunda kan kaybediyor.


Tabii ki sektörün bu ağırlıkta ilerlemesi tesadüf değil; çünkü yeniden çevrimler, devam filmleri çok ciddi derecede iş yapıyor. Hatta devam filmleri genellikle öncül filmlerinden daha fazla hasılat yapıyor. Ama buradaki asıl sorun şu: Yapımcılar parayı gördükçe seri ruhunu yitirip kitlesinden kendini soğutana dek devam filmi çekmeye devam ediyor. Matrix'in 4. filminde geçtiği gibi, stüdyolar serilerin yaratıcıları olsa da olmasa da bu işleri bir şekilde devam ettiriyor, o yapım artık yaratıcısının elinden çıkıyor. Evet, kabul ediyorum, bu sistemde iyi işleri de fazlasıyla izliyoruz. Ama 1 iyi iş için 5 farklı kötü iş izlememiz gerekiyor. Devam filmleri gişede dibi boylayıncaya ya da eleştirmenler tarafından yerden yere vuruluncaya kadar dibi sıyrılıyor, sonrasında da seriler yeniden canlandırılıyor. Tam da bu yüzden, pandemi öncesinde yayınlansa hasılat garantisi olacak filmlerin vizyonda sürünmesi gerçeğinin emekçiler adına olmasa dahi sinema adına olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyorum.


Bir yandan artık dünya sinemasına göz yumulmuyor oluşu ve Hollywood dışı sinema sektörlerinin dünya çapında hızlı yükselişi bizlere sadece bağımsız sinema festivallerinde değil, Oscar serüvenlerimizde bile bambaşka hikâyeler, bambaşka anlatı tarzları izleme şansı sunuyor. Sanırım beni en çok heyecanlandıran da bu çünkü hele insan bir de Türkiye gibi bir ülkede yaşayınca sinemaya verdiği para için kırk kez düşünmesi gerektiği için yatırımı doğru yere yapmak gerekiyor.


Bu yazı pek de bir sonuca bağlanmayacak gibi, çünkü bu işin dengesinin nasıl kurulabileceğine dair hiçbir fikrim yok. Eh, yazının başında sinema adına olumlu gelişmelerde bir sürü devam filmini saydıktan sonra devam filmleri yapılmasın diyecek hâlim de yok zaten. Ben sadece olağanüstü durumların yol açtığı sonuçlarla, deneme yanılmayla olan biteni gözlemleyebiliyorum ve kendi hâlinde bir sinemasever olarak fikirlerimi yazıyorum, çözümü de artık stüdyolar düşünsün :) 

2 Nisan 2023 Pazar

Hiçbir Şeyin Önemi Yok

Pazar, Nisan 02, 2023 14
Hiçbir Şeyin Önemi Yok


Aza kanaat neslinden değilim. Tanıştık tanışalı varını yoğunu önüme serdi bu yaşlı küre. Yanlış anlaşılmasın, bir elim yağda bir elim baldaydı demeye çalışmıyorum. Dijital Çağ, Bilgi Çağı, Bilişim Çağı, İnternet Çağı, adına ne derseniz artık, içinde bulunduğumuz için inanılmaz tüm yönlerini kanıksadığımız bu çağın insanı olmaktan bahsediyorum. Zamanı geldiğinde gözümün açılması için yapmam gereken tek şey modemin tuşuna basmaktı. Tam olarak bu sebepten "Bana bu kadarı yeter." diyemedim hiçbir zaman. Fazlasının bir yerlerde olduğunu biliyordum, görüyordum. Ben de daha fazlasını hak ediyordum, değil mi? Ama fazlasını elde etmek için benim de daha fazla çabalamam gerekiyordu. Daha, daha, daha. Asla yeter yok, yetmiyor, yetmeyecek. Hobilerim, boş zaman aktivitelerim bile böyle işledi. "Bir sürü güzel film izledim!" değil, "Daha izlenecek bir sürü önemli film var, ömrüm asla yetmeyecek!" idi kafamdan geçenler. Bu yetemeyiş ve kontrolsüzlük hissi, içimde bir yerlerde kendi hükümranlığını ilan eden şiddetli bir anksiyetenin peşine taktı beni.


Hırslandıkça "akış" bozuluyor. O bitmek bilmeyen yarışın koşuşturmacaları yalnızca yeni bir hedef belirlenmişken hatırlanıyor; diğer zamanlarda anlamsız, kaotik bir yolculuktan ibaret kalıyor. Gelgelelim bir terslik olduğunun farkındalığını yaşamak bu durumun çözüme kavuşacağının garantisini vermiyor. Dinginlikteki huzurun değerini anlamak için kazananı olmayan o yarışın içinde bir kez daha tükenip kaybolmak gerekiyor. Sonra bir daha, bir daha... 



Ben tüm bu düşüncelerle boğuşup dururken arkada Madonna'nın Nothing Really Matters'ı çalıyordu. Bana adeta bir çıkış yolu gösteriyormuş gibi hissettirdikleri için şarkının sözlerini ana dilimde bir yere yazma ihtiyacı duydum, kendi çapımda çevirdim. Oldukça amatör bir dille, hızlıca karalanmış bu çeviriyi yazının sonuna ekliyorum.


Çok gençken,

Yoktu hiçbir şeyin önemi benim için

Kendimi mutlu etmekten başka

Bir tek ben vardım

Şimdi büyüdüm,

Değişti her şey

Asla eskisi gibi olmayacağım,

Senin sayende


Hiçbir şeyin önemi yok,

İhtiyacımız olan tek şey sevgi

Sana verdiğim her şey

Geri dönüyor bana


Hayatıma bakıyorum da,

Çok açık görünüyor bana

Çok bencilce yaşadım,

Bir tek ben vardım

Fark ediyorum,

Kimsenin kazanmadığını

Bir şey son buluyor,

Ve bir şey başlıyor


Hiçbir şeyin önemi yok,

İhtiyacımız olan tek şey sevgi

Sana verdiğim her şey

Geri dönüyor

Hiçbir şeyin önemi yok,

İhtiyacımız olan tek şey sevgi

Sana verdiğim her şey

Geri dönüyor bana


Silemez geçmişi hiçbir şey,

Gelecek gibi

Gönderemez karanlığı hiçbir şey,

Aydınlık gibi

Sen fırtınadaki sığınaksın,

Kollarında rahatlat beni


Hiçbir şeyin önemi yok,

İhtiyacımız olan tek şey sevgi

Sana verdiğim her şey

Geri dönüyor bana

Hiçbir şeyin önemi yok,

Tek ihtiyacımız olan şey sevgi

Sana verdiğim her şey,

Geri dönüyor bana

Hiçbir şeyin önemi yok


29 Mart 2023 Çarşamba

Ağaç Ev Sohbetleri 188

Çarşamba, Mart 29, 2023 7
Ağaç Ev Sohbetleri 188


 Ağaç Ev Sohbetleri devam ediyor. Bu haftanın konusu çok sevgili deeptone'dan. Kendisi sormuş:


"Avrupa’da artık babalar kariyerlerine ara verip evde kalıyor ve eşleri çalışırken çocuklarına bakıyorlar. Bu durum aynı anda iki ebeveynin tam zamanlı çalışmasından daha iyi. Katılıyor musunuz?"


Avrupa'da bir çocuğun iki babası da olabiliyor ancak neyse, biz daha anne ve babadan oluşan ikili sistemi dahi düzgün kuramadık, her şey sırayla. 


Toplumumuzun geleneksel aile yapısı bizlere çalışıp eve ekmek getiren bir babayı ve evde temizlik, yemek yapıp çocuk bakan bir anneyi işaret ediyor. Baba bütün gün çalışıp yorulduğu için dönünce dinleniyor, çocukla ilgilenmek bir boş zaman aktivitesi muamelesi görüyor. Ancak annelik tam zamanlı işliyor, belki de gün içinde her iki ebeveyn de eşit düzeyde yoruluyor olmasına rağmen annenin görevleri bitmiyor. Anne hem evi çekip çevirmeli, hem herkesin iş-okul saatlerine göre yemek hazırlamalı, hem de her an çocuğun ruhsal ve fiziksel ihtiyaçlarıyla ilgilenmeli. Bu sistemde eve para getirdiği ve ailesine zarar verecek eylemlerde bulunmadığı sürece baba, babalık görevini tamamlamış oluyor. 


Kadın hakları mücadelesinde gelinen nokta ve eğitim düzeyinin artması bu geleneksel yapıya birtakım güncellemeler getirdi. Artık anneler eğitimlerini tamamlayıp çalışabiliyor; hemşirelik gibi kadın mesleği olarak kodlanmış meslekler dışında kariyerler yapabiliyorlar. Kısacası artık şartlar eşit. Ama belki de işlerine böylesi geldiği için hâlâ temizlik, yemek ve en önemlisi çocuk bakımını yine tamamen annelere bırakanlar çok. Bu diğer sistemden daha zor, çünkü anne gün içinde kariyeriyle ilgilenirken ev işlerini aksatmamak ve en önemlisi de tam zamanlı anne olmaya devam etmek zorunda, yoksa kötü bir anne ve eş oluyor. Baba çocuğuyla minimal düzeyde iletişim kursa da çalıştığı ve ailesine zarar verecek eylemlerde bulunmadığı sürece iyi baba statüsünü korumaya devam ediyor.


Baba figürünü dışlayarak "Bir çocuğa en iyi annesi bakar." diyenlere içten içe hep kızarım. Olayın kan bağında değil insanda bittiğini anlayamazlar; ölüm gibi hayat gerçekleri devreye girince çocuğun bir yanının hep yetersiz kalacağının imasını yaparlar çünkü. Evet, bir çocuğun büyüme ve gelişme aşamaları öncelikli olmak üzere hayatında fiziksel ve ruhsal olarak ebeveyn figürlerine ihtiyacı vardır. Ama bu figürler kan bağı gerektirmez -The Quiet Girl filmi bu konuyu çok güzel işliyor, tavsiye ederim- ve ikiliden birini daha pasif kılmaz. Çocuğun ebeveynleri, hatta ebeveyni ebeveyn olmanın gerektirdiklerini ömrü yettiğince yapmalıdır. Ama ebeveyn olmak gücünü annelik, babalık gibi kavramlardan almaz, o şahsın kendisinden alır. Ebeveynlik figürlerinin yerini bir diğerini silmeden veya yok saymadan doldurabilirsiniz ama insanların yerini dolduramazsınız. Çocuğuyla iletişim kurmayan, ona değer vermeyen veya değerini göstermeyen, psikolojik ya da fiziksel şiddet uygulayan kişiler, örnekleri çoğaltabiliriz, sırf anne ya da baba oldukları için değerli değillerdir. 


Çiftler kariyer ve ev planlamalarını ortaklaşa karar aldıkları sürece istedikleri gibi ayarlayabilirler. İster her ikisi de tam zamanlı çalışsın, ister evde her an farklı biri kalacak şekilde mesai saatleri ayarlansın, ister her ikisi de evde çalışıp çocuklarıyla ilgilensin, ister cinsiyetten bağımsız bir şekilde biri çalışsın biri çalışmasın, onlarca farklı ihtimal yazabiliriz buraya, şartlar her koşulda eşit olmalı ve kararlar ortak alınmalı. Biri evde temizlik, yemek yapıp çocuğa bakıyor ve diğeri çalışıyorsa çalışan kişi eve gelince diğerine bütün gün evde yatmış muamelesi yapmamalı. Her iki tarafın da sorumluluklarına ara verip kendine vakit ayırdığı zamanlar olmalı, ebeveynler ortaklaşa kararlaştırdıkları dinlenme zamanlarına saygı duymalı. Tabii ki çocuk yetiştirmek; bir sunum hazırlığını aksatmakla veya bulaşıkları ertesi güne bırakmakla eş değil, ebeveyn olmayı bırakamazsınız. Bu sebeple ebeveynlerin her ikisi de çocuğun hayatında eşit derecede olmalı, "Aman ben bugün çok çalıştım/iş yaptım yoruldum, uğraşamam şimdi." diyerek çocuğuyla ilgilenme işini bir diğerine yüklememeli ya da elektronik aletleri kurtarıcı pozisyonuna getirmemeli. Aile kurumunun üyeleri yakalayabildikleri her fırsatta birlikte vakit geçirmeli, ilişkiler farklı olsa da ilişki düzeyleri aynı olmalı. Bunları yapmayanlar sonra çocuklarından vefa beklememeli.

Bitget’ten Türkiye’ye Özel Süper Hediyeler

Çarşamba, Mart 29, 2023
Bitget’ten Türkiye’ye Özel Süper Hediyeler

Bitget’ten Türkiye’ye Özel Süper Hediyeler

Dünyanın lider kripto borsası Bitget, Türkiye kullanıcıları için Ramazan’a özel kampanyasını duyurdu. Hem yeni, hem de eski kullanıcılara yönelik olan bu kampanya ile Bitget, kullanıcılarına 75 bin dolar değerinde ödül havuzu, 1 adet Macbook Pro ve bir adet iPhone 14 hediye edecek.

 

Ramazan Hep Birlikte Paylaştıkça Güzel

Bitget Türk kullanıcılarınu mutlu etmeye devam ediyor. Bitget’in geleneksellmiş Ramazan Hep Birlikte Paylaştıkça Güzel kampanyası bu sene de büyük hediyelerle tekrar ediyor.

Bitget’in Türkiye kullanıcıları için Ramazan’a özel kampanyasında hem yeni, hem de eski kullanıcılar büyük ödülleri kazanabiliyor. İşte ödül detayları.

 

75.000$ Değerinde Mega Ödül Havuzu

Kampanya sayfasından kampanyaya katılarak görevleri yerine getiren kullanıcılar toplam 75 bin dolar değerindeki ödül havuzundan pay kazanma şansı elde edecekler.

Macbook Pro

Şanslı Kullanıcı Ödülü şartlarını tamamlayan şanslı Bitget kullanıcısı Macbook Pro kazanacak.

iPhone 14

Şanslı Kullanıcı Ödülü şartlarını tamamlayan şanslı Bitget kullanıcısı Macbook Pro kazanacak.

23 Mart’ta başlayan kampanyaya, 6 Nisan 2023’te sona erecek.

Kampanyata katılmak için buraya tıklayın.

Bitget’in Türkiye’deki tüm listeleme ve kampanyalarından haberdar olmak için Bitget Türkiye Topluluğuna buraya tıklayarak katılabilirsiniz.

 

Bitget Hakkında

2018 yılında kurulan Bitget, temel özellikleri olarak yenilikçi ürünler ve sosyal işlem hizmetleri ile dünyanın lider ilk beş kripto para borsası arasındadır ve şu anda dünya çapında 100’den fazla ülkede 8 milyondan fazla kullanıcıya hizmet vermektedir.

Borsa, kullanıcılara tek noktadan ve güvenli işlem çözümleri sağlamayı taahhüt ediyor ve Arjantinli efsanevi futbolcu Lionel Messi, İtalyan lider futbol takımı Juventus, PGL Major’ın resmi espor kripto partneri ve lider espor organizasyonu Team Spirit dahil olmak üzere güvenilir partnerle işbirlikleri yaparak kripto kullanımını artırmayı hedefliyor.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

27 Mart 2023 Pazartesi

Ufak Tefek Değişiklikler

Pazartesi, Mart 27, 2023 13
Ufak Tefek Değişiklikler


Herkese merhabalar! 


Son yazımda kısa bir ara vereceğimi ve ufak birtakım değişiklikleri yanımda getirerek döneceğimi söylemiştim. Eh, bir blog için olabilecek en büyük değişim tabii ki tasarım üzerine olurdu. Ben de yeni bir blog tasarımıyla tekrardan buralardayım.


Dürüst olmak gerekirse eski blog temamı seviyordum, uzun süre değiştirmek gibi bir planım da olmamıştı. Ama hatırasını yaşatmak adına bu yazının başına da koyduğum o kapak resmindeki Mia Wallace görselini kimseye sormadan etmeden kendi blog sayfamda kullanmak bir türlü içime sinmiyordu. Mia bana yıllarca yoldaşlık etti ancak şimdi vedalaşma zamanı.


Yeni blog tasarımını ücretli ve ücretsiz olarak hazır blog şablonları tasarlayan bir websitesinden buldum ama şablonun kodlarını yapıştırınca iş bitmedi tabii. Kodlama işlerinden anlamadığım için tarih formatını istediğim şekle getiremedim, blog yazılarında kullanılan yazı tipi-boyutunu istediğim gibi ayarlayamadım ve blogun yazılarıyla sağ panelinin aralığını genişletmeyi beceremedim. Önümüzdeki günlerde bunları önceliğime alarak yeni değişiklikler yaparım diye düşünüyorum, bu sebeple blogun şu anki hâlini bir çeşit Beta versiyon olarak düşünebilirsiniz. :)


Buralara uğrayamadığım şu iki hafta benim için sahiden yorucuydu. Oscar filmlerini izlediğim süreçte okulun bu dönem uzaktan eğitime devam edeceği belli olunca derslerimi biraz aksatmıştım. Hayatımın hatasını yapıyormuşum meğer, haberim yokmuş. Biriken videolar başıma öyle bir bela oldu ki bir türlü düzlüğe çıkamadım. Biraz halleder gibi olunca hazır vizeler başlamadan buralara uğrayayım dedim ben de. Bu hikâyenin nasıl sonlandığını mutlaka yazacağım buralara.

13 Mart 2023 Pazartesi

Oscar'ın Ardından

Pazartesi, Mart 13, 2023 13
Oscar'ın Ardından

Uykusuz bir gece ve hatta gündüzün ardından, sonunda bitti, olaysız dağıldığımız keyifli bir törenle birlikte Oscar sezonunu kapattık.


Jimmy Kimmel'in sunduğu tören, kendininin saçtığı kötü enerji ve 5 ay önce Twitter'da çok daha orijinal versiyonlarını okuduğumuz esprileriyle doluydu. Kimmel'ın bayat şakaları yüzünden kazananların ödül konuşmalarının şak diye kesilmesi mi dersiniz, Malala'ya Cocaine Bear şakası yapması mı dersiniz, her türlü gereksiz hareket vardı. Ama haklarını yememek gerek, geçen seneden ders almışlar. Şaka dozajında sahiden düşüklük vardı, olan şakalar da beklenen tarzdaydı. Ödülü takdim eden ünlülerimiz gayet formlarındalardı, onlara diyecek lafım yok. Birçoğunu görmek beni mutlu etti. Törenin kazasız belasız geçmesinin en büyük sebebi de bu sempatik, modu yüksek ünlülerimizdi sahiden.

Performanslar ise ünlülerin genel modunun aksine sönük ve sıkıcıydı. Lady Gaga'nın "kişisel şarkı" moduna girip kot ve tişörtle sergilediği Hold My Hand performansı, bana Joanne dönemi travması yaşattı adeta. Çok sevdiğim David Byrne'ün performansından bile keyif alamadım.

Bu arada söylemeden edemeyeceğim, En İyi Film kategorisinde adaylığı bulunan Triangle of Sadness filminin hayatını kaybeden yıldızı Charlbi Dean’in törenin “anısına” kısmında adının geçmemesi beni çok üzdü.



Artık tahminlerime geçeyim. Öncelikle tahmin yazımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Bu sene 19 kategoride tahminlerde bulunmuşum. 11 tanesi tam tutmuş, 2 tanesinde yarı yarıya kalıp emin olamamışım. En fazla fireyi korktuğum yerden yani teknik kategorilerden vermişim.

Bu sene bir değişiklik yapıp tutturamadıklarımla başlayayım. Tören öncesinin gidişatını da göz önünde bulundurarak Özgün Müzik'i Babylon ile Justin Hurwitz'in garantilediğini düşünüyordum, ödülü All Quiet on the Western Front ile Volker Bertelmann aldı. All Quiet on the Western Front'un müzikleri filmin en güçlü yanlarındandı, kabul, ama Babylon'un müzikleri çok başkaydı yahu. Prodüksiyon Tasarımı için de favorim ve beklentim Babylon'du ama Netflix'imizin savaş filmi sağ olsun Babylon'a nefes aldırmadı, burada da ödül All Quiet on the Western Front'un oldu. Babylon güçlü olduğu tek tük kategorileri bile alamadı, yazık oldu. Sonuç olarak ne eleştirmenlerden, ne seyirciden, ne de Oscar'dan geri dönüş alamadı film. 

Kostüm ve Makyaj-Saç kategorilerinin her ikisinden de emin değildim, tahmin yazımda çok zorlandım demiştim. İkisini de tutturamadım. Kostüm'ü Black Panther: Wakanda Forever, Makyaj-Saç'ı ise The Whale aldı. Elvis'in çok iddialı olduğu bu kategorilerde eli boş dönmesi beni şaşırttı.

Özgün Senaryo'yu The Banshees of Inisherin'e vermezseniz ayıp edersiniz demiştim, ettiler ya! Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisini ise Angela Bassett ve Kerry Condon'ın mücadelesi olarak görürken ödül Jamie Lee Curtis'in oldu. Bu iki ödülle beraber Everything Everywhere All at Once'ın geceye benim beklediğimin çok daha üstünde biçimde damga vuracağını anlamış oldum ben de. Jamie Lee Curtis'i çok sevsem de bu seneki performansını ödül almayı geçtim adaylık için bile yeterli bulmamıştım, diğer adayları daha çok istiyordum.


Doğru tahmin ettiklerimle devam edelim. Özgün Şarkı'yı Naatu Naatu ile RRR'ın alacağı bariz belliydi, öyle de oldu. Özgün Şarkı bu sene inanılmaz zayıf ve unutulmaya müsait işlerle doluydu, RRR'ın alması iyi oldu.

Görsel Efekt'i Avatar: The Way of Water, Ses'i ise Top Gun: Maverick aldı, sonuna kadar hak ettiler. 2022'nin en yüksek hasılat yapan ikilisi tek ödülle evlerine döndü ve her iki filmin de başını çeken ismi törene gelmedi. Avatar Yönetmenlik'te aday olmadığı için James Cameron'ın, kendisine adaylık verilmediği için de Tom Cruise'un bir tık bozuk olduğu düşünülüyor tabii.

Sinematografi'nin bariz biçimde öne çıkan ismi All Quiet on the Western Front burayı da kazandı. Eh, törende 9 adaylığı bulunan All Quiet on the Western Front'un Uluslararası Film'i başkalarına kaptırma ihtimali yoktu tabii, nitekim öyle de oldu. Animasyon da yine beklediğim gibi Guillermo del Toro's Pinocchio'ya gitti. Uyarlama Senaryo'nun Women Talking'e gideceğinden emindim, o da ödülü aldı.

Gelelim Everything Everywhere All at Once'ın törende adeta rezerve ettiği kategorilere. Film Kurgusu, Yardımcı Erkek Oyuncu, Yönetmen ve En İyi Film kategorilerinin hepsi beklediğim şekilde Everything Everywhere All at Once'ın oldu. Ke Huy Quan'ın ödül konuşması ve Harrison Ford başta olmak üzere diğer ünlülerle etkileşimleri her zamanki gibi çok güzeldi. 


Şimdi, son olarak yarı yarıya tutturabildiğim kategorilere gelelim. Erkek Oyuncu'da uzun bir süre Austin Butler'ın kazanan kişi olacağını düşündüm, Oscar bu tarz biyografi filmlerini ve kendini rolüne adayan metot oyuncularını genelde eve eli boş göndermiyordu sonuçta. Ama sonradan bir The Whale rüzgarı esti ki bu filmde Akademi'nin bir diğer zaafı olan rol için kilo alımı, protez makyaj kullanımı, artı bir de sektörün Brendan Fraser'a vefa borcu vardı. İyice kafamı karıştırdı bu durum, her ikisi de alabilir dedim. Ama tören gecesinde Makyaj-Saç The Whale'e gidince oyunculuk kategorisinin de Whale'e gideceğine neredeyse emin oldum. Brendan Fraser'a hayırlı olsun, ben zaten Austin Butler'ın kazanmasını hiç istemiyordum.

Ve sırada gecenin en olaylı kategorisi Kadın Oyuncu var. Bu kategori zaten bariz bir şekilde Cate Blanchett ve Michelle Yeoh'un yarışıydı ancak ortada ciddi bir dilemma vardı: Oyuncuların her ikisi de çok zıt tarzda filmlerde çok zıt roller oynuyorlar ve müthiş bir iş ortaya koyuyorlardı. Buna ek olarak Cate 2 kez Oscar kazanmıştı ama ortada kariyerinin en iyi performansı vardı ama Michelle Yeoh'un kazanması hem Asyalılar hem de beyaz olmayan kadınlar için apayrı anlamlı olacaktı, tarihe geçecekti. İki tarafın neferleri sezon boyunca birbirini yedi durdu. Sonuç olarak ödülü Michelle Yeoh kucakladı ve tarih yazdı. Keşke Cate Blanchett bu kadar güçlü bir rakibin olmadığı başka bir seneye denk gelseydi de bu performansı taçlandırılsaydı demeden edemedim ama Michelle için o kadar mutluyum ki hiç sorun değil benim için. Konuşması da çok güzeldi, duygulandırdı beni. 


Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, ben her ödülün aynı 1-2 isme verildiği törenleri sevmiyorum sanırım. Bu sebeple Everything Everywhere All at Once ve All Quiet on the Western Front'un geceyi kilitlemiş olması gerçeğini çok sevemedim. Ama... Everything Everywhere All at Once'ın hakkını yedirmem. Ne derseniz deyin, bu film insanları ve film sektörünü olumlu anlamda etkiledi. Danieller bu seneye damga vurdu, popüler bir aksiyon filminin orijinal olabileceğini ve bunun hem seyirciler hem de eleştirmenler nezdinde karşılık bulabileceğini gösterdiler. Kimse filmi sevmek, beğenmek zorunda değil. Öyle olsaydı zaten bu hayatta fikirlerin, düşüncelerin bir anlamı kalmazdı. Ama bir filmi beğenmeyince insanların lobiymiş, SJW'ymiş, Asyalılara yaranmakmış şeklinde komplo teorisyenliğine soyunmasını hiç anlayamıyorum, çok da kızıyorum. 

Bunun dışında The Banshees of Inisherin'in o kadar adaylıktan birini bile kazanamamasına çok üzüldüm. Senenin belki de en iyi işinin sezon sonunda hak ettiği şekilde taçlanması gerekiyordu diye düşünüyorum. Tár ve Elvis'in eli boş dönmesine de çok şaşırdım. Elvis benim sezon favorilerimden değildi ama biyografiler Oscar'ın hep favorileri olmuştur, bir de ortada böylesine büyük prodüksiyonlu bir iş olunca Elvis'in ortalığı dağıtanların arasında olacağını düşünmüştüm ama hiç de öyle olmadı. Austin Butler 2-3 senesini Elvis rolüne verdikten sonra şu an ne hissediyordur inanın çok merak ediyorum.


Evet, böylece bir ödül sezonunu daha kapatmış bulunuyoruz. Gelecek yıllarda da hep birlikte oluruz umarım. Ben Oscar'ıydı yorumuydu derken şu birkaç haftada sahiden çok yoruldum, önümüzdeki 1-2 gün içerisinde son BCP yazısını paylaştıktan sonra izninizle kısa bir izne çıkıyorum. Hem dinleneceğim, hem derslerimde eksiklerimi tamamlayacağım, hem de sizlerin bu süreçte paylaştığı ve benim okuyamadığım yazılarınızı okuyacağım. Döndüğümde buralarda yeni bir şeyler olacak. 

Umarım en kısa zamanda görüşürüz!

11 Mart 2023 Cumartesi

2023 Oscar Tahminleri

Cumartesi, Mart 11, 2023 11
2023 Oscar Tahminleri

 Selamlar!

95. Akademi Ödülleri Türkiye'ye göre 13 Mart gecesi yayınlanacak. Ben de törene 1-2 gün kala filmleri ve yorumlarını geride bıraktım, sırada tahminlerim var. Film yorumlarımı okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

 Öncelikle TRT bu sene töreni yayınlamayacakmış. Hoş, yayınlasalar da ben oradan izlemezdim zaten. Bir de töreni Hollywood'un en sevmediğim isimlerinden Jimmy Kimmell sunuyormuş. Kendisi olaylı La La Land-Moonlight töreninin de sunucusuydu ve bu büyük rezilliği olabilecek en kötü şekilde yönetmişti. Bu sene teklifi kabul etmesinin tek sebebi aklına gelen 1001 Will Smith ve tokat şakasıdır diye düşünüyorum. Umarım törenin başında şu tokat muhabbetini yapıp rahatlarlar da bir daha duymayız, artık o kadar sıkıldım ki.

Tahminlerime geçeyim.


EN İYİ FİLM: Bu kategoriyi Everything Everywhere All at Once ve The Banshees of Inisherin'in mücadelesi olarak görüyorum ancak heykeli eve EEAAO götürür diye düşünüyorum. Özellikle EEAAO sahiden çok güçlü bir aday olduğu için geçen seneki CODA sürprizi gibi bir vaka yaşayacağımızı zannetmiyorum, öyle bir şey olursa da Top Gun: Maverick o atağı yapan olur sanki.

EN İYİ YÖNETMEN: Everything Everywhere All at Once'ın yönetmenleri Daniel Scheinert ve Daniel Kwan'a şimdiden hayırlı olsun diyebiliriz sanırım. Benim gönlümden The Banshees of Inisherin'in yönetmeni Martin McDonagh da geçiyor aslında ama Danieller'in ödülü kucaklaması beni mutlu eder.

EN İYİ KADIN OYUNCU: Geldik yılın en çekişmeli, en olaylı kategorisine. Buranın yol açtığı dramaya ödül sonrası yazımda değineceğim ama şimdilik bu kıyasıya yarışın Cate Blanchett ve Michelle Yeoh arasında olduğunu söylemek yeterli olur. Her ikisinin de ödülü almasını canıgönülden istiyorum ama gönlüm yılın en vurucu performanslarından birini sergileyen Cate'in yanında gibi. Bu ikiliden kim alırsa alsın kadın kazandı diyeceğim.

EN İYİ ERKEK OYUNCU: İyi ve hepsi birbirinden farklı tarzda performanslarla dolu zor bir kategori. Ben burada Joker hakkımı kullanarak Austin Butler demek istiyorum ancak Brendan Fraser'ın da çok güçlü bir aday olduğunu söylemek lazım. Açıkçası bu kategoride özellikle gönlümden geçen kimse yok, kim alırsa tamamım. Benim için Butler dışında herkes çok iyiydi ama Butler'ın da rolüne tam gittiğini ve tam bir Oscar performansı sergilediğini kabul ediyorum.

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU: Kerry Condon ve Angela Bassett'in arasında sıkı bir mücadelenin olduğu bir kategori. Ben Angela Bassett’in ödülü alacağını düşünüyorum ama gönlümden Stephanie Hsu geçiyor. 

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU: Bu kategoride hem kazanmasını beklediğim hem de istediğim aday Ke Huy Quan. Kendisi bize unutulmaz bir performans izletti, ödül konuşması için şimdiden sabırsızlanıyorum. O olmazsa Barry Keoghan'ın ödülü kucakladığını görmek isterim ama Barry'nin önü çok açık, daha nice yıllar onu bu listelerde görürüz gibi geliyor.

EN İYİ ÖZGÜN SENARYO: Bu ödülü The Banshees of Inisherin'e vermezseniz ayıp edersiniz, Eyyy Akademi Üyeleri! Triangle of Sadness da benim istemediğim beklenmedik bir hamleyi yapabilir ancak çok zannetmiyorum, Inisherin burayı sırtlar.

EN İYİ UYARLAMA SENARYO: Bana sorarsanız Living'e hemen takdim edilmeli bu ödül ama şansı pek yüksek gözükmüyor maalesef. Women Talking alır gibi.

EN İYİ SİNEMATOGRAFİ: All Quiet on the Western Front bu kategorinin yıldızı ama Elvis'i de yedek tahmin olarak bırakıyorum.

EN İYİ ANİMASYON FİLMİ: Guillermo del Toro's Pinocchio'nun alacağı kesin gibi. Benim gönlümden Puss in Boots: The Last Wish geçiyor, o da bize sürpriz yapabilir.

EN İYİ ULUSLARARASI FİLM: Bu kategoride adayların hepsi çok iyi filmler olsa da ödül konusunda All Quiet on the Western Front haricinde pek güçlü işler yok, bu sebeple törende 9 adaylığı bulunan All Quiet on the Western Front'a hayırlı olsun diyebiliriz. Benim gönlümün kazananı ise The Quiet Girl.

EN İYİ FİLM KURGUSU: Everything Everywhere All at Once'ın alacağını ama Top Gun: Maverick'in de şansının olduğunu düşünüyorum. Gönlümden tabii ki EEAAO geçiyor.

EN İYİ PRODÜKSİYON TASARIMI: Sezonda pek çok kategoride görmezden gelinen Babylon bu ödülün kazananı olur diye tahmin ediyorum. Elvis de beklenmedik bir atak yapabilir.

EN İYİ KOSTÜM TASARIMI - EN İYİ MAKYAJ VE SAÇ TASARIMI: Bu kategoriler beni bu sefer çok zorladı; hiç emin olmayarak Kostüm için Elvis, Makyaj-Saç için ise All Quiet on the Western Front diyorum. 

EN İYİ GÖRSEL EFEKT - EN İYİ SES: Görsel Efekt için Avatar: The Way of Water'dan emin gibiyim. Ses'i ise Top Gun: Maverick'in alacağını düşünüyorum.

EN İYİ ÖZGÜN MÜZİK - EN İYİ ÖZGÜN ŞARKI: Özgün Müzik'te Babylon ile Justin Hurwitz ödülü sırtlar gibi. Özgün Şarkı'yı ise RRR'da çalan Naatu Naatu'nun alacağına eminim.


Benden şimdilik bu kadar! Tören sonrasında tekrar görüşmek dileğiyle! :)

10 Mart 2023 Cuma

Oscar 2023 Filmleri Maratonu #6

Cuma, Mart 10, 2023 6
Oscar 2023 Filmleri Maratonu #6

 Merhabalar, nasılsınız?

Yetişecek mi acaba diye diye sonunda bir Oscar Maratonu'nu daha tamamladım. Bu sene geçen seneden daha fazla filmi çok daha kısa bir sürede izledim. Şu zamana dek hakkında görüşlerimi yazdığım filmlerin yazıları için buraya tıklayabilirsiniz. Bu yazıyla beraber film yorumlarım bitecek ancak son bir tahmin yazım kaldı, onu da yayına koyduktan sonra artık tamamen tören havasına girebilirim :)

Bu serüvende izlemeyi planladığım 33 filmden sadece 1 tanesini izleyemedim, o da internette çok konuşulan Tollywood filmi RRR. Belki karşınıza çıkmıştır, aslında film Netflix’te var. Ben adaylıklar açıklandığında filmin adını Özgün Şarkı kategorisinde görünce normalde o kategorideki filmleri özellikle izlemiyor olmama rağmen RRR'ı izlenecekler listeme aldım. Süresi uzun olduğu ve Netflix'te bulunduğu için de izleme sıramda sona bıraktım. Dün gece artık sıra bu filme gelince izlemeye başladım ancak ses-görüntü senkronizasyonunda bir sıkıntı olduğunu fark ettim. Başta benim cihazımdan ya da internet bağlantımdan kaynaklıdır diye düşündüm ancak yok, ben Hintçe dil seçeneğini seçmeme rağmen çok bariz bir dublaj vardı filmde. Ben de live action filmleri kesinlikle dublajlı izleyemiyorum, zaten bu şekilde dublajlarda yönetmenin vizyonundan ve oyuncuların performansından farklı bir iş ortaya çıktığını düşündüğüm için o uyumsuzluk rahatsızlık vermese bile kendim tercih etmiyorum. Hemen internete bakındım; meğer Netflix bu filmin Hintçe ve İngilizce başta olmak üzere Türkçenin de dahil olduğu birkaç dildeki yayın hakkını almış ancak filmin orijinal dili -altını çiziyorum, orijinal dili- olan Teluguca haklarını satın almamış! Onlar satın almayınca da ZEE5 adlı Hindistan çıkışlı bir streaming platformu filmin Teluguca başta olmak üzere Hindistan'da yaygın birkaç dildeki haklarını satın almış. Netflix filmin özellikle ABD'de çok sevilen global bir hit olacağını ön görememiş tabii. Neyse, biraz sinirlendim ama ZEE5'ta yer alan versiyonunu internetten bulur, İngilizce altyazıyla izlerim dedim kendi kendime. Bilin bakalım bu sefer ne oldu? Filmin orijinal versiyonu Teluguca olsa da konu edindiği dönem sebebiyle tamamen İngilizce konuşulan bazı sahneler yer alıyormuş, ZEE5 da bu sahnelerin üstüne Teluguca dublaj geçmiş. Uzun lafın kısası, filmin yayınlanmasının üzerinden 1 sene geçmesine ve film hit olmasına rağmen orijinal versiyonuyla internette bulmak mümkün değil. Tek yolu sinemalarda arada olan özel gösterimlerine gitmek ki bu da Türkiye sınırları içerisinde en azından şu an için mümkün değil. Zaten burada hiçbir gösterimi de yapılmadı. Bu vesileyle alın filminizi başınıza çalın, zaten siz de bana mı kalmıştınız nidalarıyla bir tık -peki peki, birkaç tık- sinirlenerek Oscar Maratonu serüvenimi sonlandırdım. Filmin yönetmeni de bu konuda benim kızgınlığıma katılıyormuş, okumak isteyenler olursa buraya tıklayabilir.

Her neyse, güzel şeylere odaklanalım :) Biraz olsun kafa dağıtmak için giriştiğim bu süreçte gerek yorumlarıyla gerekse yazı şeklinde katılımlarıyla bana eşlik eden herkese kocaman teşekkürlerimi ve sevgilerimi gönderiyorum. Dilerim önümüzdeki senelerde çok daha huzurlu, mutlu, sağlıklı günlerde bu etkinliği birlikte devam ettirme şansımız olur.

9 Mart 2023 Perşembe

Oscar 2023 Filmleri Maratonu #5

Perşembe, Mart 09, 2023 6
Oscar 2023 Filmleri Maratonu #5

 Merhabalar!

2023 Oscar Ödülleri'ne aday filmleri izlemeye ve kısaca fikirlerimi yazmaya devam ediyorum. Önceki yorumlarımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Törene sayılı günler kala izlemeyi planladığım son 2 filmle maratonda koşturmaya devam ediyorum. İnsan film izlemekten de yorulabiliyormuş ama az kaldı, çok az kaldı. Bir aksilik olmazsa bunun dışında son bir maraton yazısı yazarak film yorumlarımı tamamlayacağım.

7 Mart 2023 Salı

Oscar 2023 Filmleri Maratonu #4

Salı, Mart 07, 2023 9
Oscar 2023 Filmleri Maratonu #4

 Merhabalar,

2023 Oscar Ödülleri'ne aday filmleri izlemeye ve kısaca fikirlerimi yazmaya devam ediyorum. Önceki yorumlarımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Tören için artık son düzlükteyiz, benimse izlemeyi planladığım 7 film daha var. Kalanlar konusunda daha keyfi davranabilirim diye düşünüyorum ama kısa sürede buraya kadar gelmişken hepsini izlemeye çalışacağım sanki. Bana şans dileyin :)

3 Mart 2023 Cuma

İki Noel Klasiği: Charlie Brown ve Grinch | BCP

Cuma, Mart 03, 2023 11
İki Noel Klasiği: Charlie Brown ve Grinch | BCP

Epey geç kalmış olsam da Blogları Canlandırma Projesi'nin 2022 yılından kalan eksiklerimi tamamlamaya devam ediyorum. Sırada yılın son ayı var, böylece projeyi ben de tamamlamış olacağım. 

Projede 2022 yılının aralık teması "İskandinav ya da Noel, yılbaşı dizi ve filmleri" idi. Tema projenin duyurusunu ilk gördüğümde beni en çok heyecanlandıranlardan biriydi. Aralık ayında buralardan uzak durmama sebep olan bazı durumlar olduğu için bir film seçkisi hazırlamama rağmen yazısını hazırlayamamıştım. O seçkiyi hâlâ notlarımda tutuyorum, kısmet olursa belki bu sene aralık ayında kullanırım :)

Bu seçkide izleme fırsatı bulduğum biri 1965 biri de 1966 yapımı olan 25 dakikalık iki Noel özel televizyon filmi vardı: A Charlie Brown Christmas ve How the Grinch Stole Christmas. Her iki film de yurt dışında Noel'in kutlandığı ülkelerde klasikleşen, her Noel televizyonlarda çocukların izlediği filmlermiş ancak sanıyorum ki eskilikleri sebebiyle Türkiye'de pek de rağbet gören yapımlar değiller. 

A Charlie Brown Christmas, Noel'in gelişiyle çevresindeki herkesin tüketim çılgınlığında kendini kaybettiği bir ortamda Charlie Brown'ın Noel'den bir türlü keyif alamayışını konu ediniyor. Charlie Brown Noel'in keyif vermesi gereken özelliklerinin onu bir türlü mutlu edememesiyle Noel'in gerçek anlamının peşine düşüyor ve çevresinin tüketim kültürüne teslim oluşunu sorguluyor. 

Ben bu kısa filmi keyifli vakit geçireceğim tatlı bir iş olacağını düşünerek açmıştım, üstüne düşünülecek derin bir mesajı olmasının bende bıraktığı şaşkınlık hissi hâlâ üzerimde. Elbette bu derin mesajda kapitalizm ve bu düzene teslim olmuş toplum eleştirileri olduğu kadar bir inanç meselesi de söz konusu, ancak Charlie Brown Christmas'ta birbirinden farklı karakterlerin tam anlamıyla bir araya gelişi Noel'in anlamını dini hassasiyetlerin de ötesine taşıyor diye düşünüyorum. Bu kısa filmin herkesin sevgisini böylesine kazanmasının sebebi de bundan olsa gerek. Bu arada kısa filmin çok başarılı ve en az kendisi kadar klasikleşmiş Vince Guaraldi besteli bir de soundtrack albümü var, caz sevenler eğer hâlâ dinlemedilerse mutlaka göz atmalılar. :)


How the Grinch Stole Christmas ise adı üstünde, Grinch'in Noel'i mahvetmeye çalışmasını konu ediniyor. Noel'den nefret eden Grinch amacına ulaşmak için arife gününde Noel Baba kılığına girerek Whoville kasabasındakilerin hediyelerini ve Noel sembollü dekorasyonlarını çalıyor.

Ben Grinch karakterini 2-3 sene önce yeni yılla alakalı bir temayı hazırlamamız gerektiğinde arkadaşımdan öğrenmiştim. Dolayısıyla yakın dönemdeki uyarlamalarını izlemedim, bilmiyorum. Yine de karaktere dair izlediğim ilk yapımın bu olmasına sevindim çünkü izlemesi inanılmaz keyifliydi, özellikle şarkılar harikaydı. Tıpkı Charlie Brown'da olduğu gibi burada da Noel'in gerçek anlamını gösteren bir anlatı var ancak oradaki gibi bir sorgulama süreci söz konusu değil, burada Grinch'le birlikte Noel'i Noel yapan şeyin birlik beraberlik olduğunu görüyoruz. 


Belki mart ayında bunu deneyimlemek zor ancak çam ağacınızı ortalara çıkarıp yeni yıl havasına girdiğiniz günler geldiğinde bu iki filmin çok iyi gideceğini söyleyebilirim. :)

1 Mart 2023 Çarşamba

Oscar 2023 Filmleri Maratonu #3

Çarşamba, Mart 01, 2023 17
Oscar 2023 Filmleri Maratonu #3

 Merhabalar,

2023 Oscar Ödülleri'ne aday filmleri izlemeye ve kısaca fikirlerimi yazmaya devam ediyorum. Önceki yorumlarımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Bugün resmen Oscar ayına girdik. Törene 11 gün kaldı, benimse izleyecek 14 filmim daha var. Genel olarak önemli adaylıkları ve süresi uzun olanların hepsini izledim ama yine de kalanları yetiştirebilecek miyim sahiden çok merak ediyorum. Yetiştirebilirsem önümüzdeki günlerde burada bol bol Oscar yazısı göreceksiniz, umarım sıkılmazsınız :)