Eylül Meydan Okuması | 1-5 - vulnicure

19 Eylül 2023 Salı

Eylül Meydan Okuması | 1-5



Uzun süre blog formatında yazı yazmamak bana iyi gelmedi, kelimeleri bir araya getirmekte bile zorlanır oldum. Başladığım hiçbir yazıyı tamamlayamadığım böyle bir anda İlkay'ın blogunda bir meydan okuma yazısı dikkatimi çekti, budur dedim. Belki bu vesileyle "yazar tıkanıklığı"nı aşarım diye umut ederek etkinliğe katılmaya karar verdim. Ben çok geride kaldığım için soruları birkaç yazıda toplu olarak tamamlamaya çalışacağım.


 Yüreğimin İklimi'nin düzenlediği bu keyifli meydan okumanın sorularına gitmek için buraya tıklayabilirsiniz.



1) Kurtulmak isteyip kurtulamadığın alışkanlığın var mı?

Tam olarak kurtulmak istediğimi söyleyemiyorum ama internetten kopamama alışkanlığımın biraz da olsa azalmasını isterdim. İnternet, hayatımın içine öylesine işlemiş ki kendi isteğim dışında uzaklaştırıldığım anlarda dünyadan kopmuş ve her şeyi kaçırmış hissediyorum. Nefes aldığım her anı elektronik aygıtlara kendimi zincirlemişçesine yaşamıyorum, özellikle sosyalleşirken bundan itinayla kaçınıyorum ama işte; o bağlantının kurulmuş olması gerekiyor, yoksa içim rahat etmiyor. Türkiye'de, dünyada, kültür aleminde yaşanan en ufak gelişmeden geride kalmak beni korkutuyor ama biliyorum ki beni asıl korkutması gereken bu muhtaçlık.


Lisedeyken birkaç günlüğüne babaannemlere kalmaya gitmiştim, o zamanlar onların evinde modem yoktu. Sorun değildi, zaten tarifemde bana hayli hayli yetecek internet paketi bulunuyordu. Ama köye gidince interneti geç telefonumun bile çekmediğini fark ettim. O zamanki telefonum darbe alınca veya düşünce hattımın gidip geldiği oluyordu, o yüzden baştan çok önemsemedim. Gelgelelim saatler geçtikçe ve aile hasreti giderildikçe telefonumun düzelmeyişini görmek beni iyice rahatsız etmeye başladı. Benimle aynı servis sağlayıcıyı kullanan herkes aynı sorunu yaşıyordu, öyle olunca telefonu çeken birilerinden abonesi olduğumuz telekom firmasını aradık. Meğer baz istasyonunda bir problem varmış, birkaç gün telefonlar hiçbir şekilde çekmeyecekmiş. İnanın telefonsuz o 1-2 gün benim için geçmek bilmedi, geçsin diye sinirli sinirli bekleyip durdum. İzole yaşam fikri beni pek cezbetmiyor belli ki, telefonumun içindeki dünyadan kopamıyorum.




2) Doğa mı, şehir mi? Neden?

Büyük şehirler dur durak bilmeyen akışında insanı bunaltıyor ama en ufak bir ihtiyaç için bile arabaya ya da 45 dakikalık yürüyüşe ihtiyaç duyulan şehirden uzak, doğayla iç içe yerler de insanı fazlasıyla kısıtlıyor. Bu yüzden bana her ikisinden de biraz lazım. Şehir hayatının sunduğu kolaylık ve imkanlardan vazgeçebilmem mümkün değil ancak doğadan da uzak olmamalıyım, olamam. Yoksa kendimi kaybederim.



3) En beğendiğiniz mimari eser? Neden?

Bana mimari eser beğendirmekten kolayı yok. Gözüme azıcık hitap eden her türlü eseri hayranlıkla izleyebilirim. Zaten enlerimi seçmekte de çok zorlanırım, o yüzden bugün önünden geçtiğim için aklımda olan Fener Rum Erkek Lisesi'ni söyleyeyim.


Yapının içine girmek bir türlü kısmet olmasa da -geçen seneki o meşhur kermese gitmeyi planlamıştım ancak izdihamı andıran sırasını görünce nasıl döneceğimi şaşırmıştım- bazen sadece orayı izlemek için Fener'den geçiyorum. Bu binanın İstanbul'daki başka hiçbir yerde beni etkisine alamamış bir büyüsü var. Kendime sözüm olsun, bir gün içine de gireceğim!





4) Koleksiyonunu yaptığınız bir şey var mı?

Hatıra koleksiyonum var. Bu koleksiyonda gittiğim filmlerin, izlediğim konserlerin, katıldığım etkinliklerin, gezdiğim müze ve sergilerin biletlerini saklıyorum mesela. Ya da benim için özel geçmiş bir günü hatırlatacak mekanlardan bir fiş, bazen peçete, yırttığım ufak bir broşür parçası, bileklikler oluyor bazen. Mektuplar, zarflar, çizimler, karalamalar, her gün kullanamayacağım sembolik hediyeler... aklınıza ne gelirse. "Ne kadar güzel bir gündü!" dediğim her bir hatıraya ve o hatıralarda bana eşlik eden herkese ait somut bir şeylerin elimde olmasını istiyorum.



5) Hangi film? Niçin?

Bunun gibi sorular beni hep çok zorlamıştır. Biliyorum ki dünyadaki tüm filmleri izlesem dahi şu soruya tak diye yanıt veremeyeceğim. O yüzden bu soruyu kendim için biraz kolaylaştırarak eylül ayında izlediklerimden bir film seçme şeklinde güncelleyeceğim.


Disney Plus


Beyoncé, 2019 yılında The Lion King'in yeniden çevriminde sesiyle Nala'ya hayat vermişti. Afro-Amerikalı bir kadın olarak bu filmin yapım sürecinde sanatı adına epey ilham almış olsa gerek çünkü 2020 yılında Black Is King isimli bir müzikal film yayınladı. Yapım sürecinin tüm aşamalarında kendisinin de bulunduğu bu tutku projesi, The Lion King: The Gift albümündeki şarkıların Lion King'in hikayesinin yeniden yorumlanarak görselleştirildiği bir formunu Afrika kültür mirasını onore ederek sunuyor.


1994 yapımı Lion King filmi en sevdiğim animasyonlardan biri olmasına rağmen 2019 yapımı filmi hiç sevmemiştim. Filmin fotogerçekçi animasyon tekniği; repliklere kadar aslına sadık kalınmış bu yeniden çevrimin ilk filmi bize sevdiren en önemli etkenlerden birinden yani duygulardan uzaklaşmasını sağlamıştı. Gelgelelim benim bu soru için seçtiğim Black Is King visual albüm formatında olduğu için böyle bir problemden muzdarip değil çünkü gücünü müziğin filme, görselliğe dökülmesinden alıyor. Film, Lion King'in akıllara kazınan o hikayesini farklı bir vizyonla görmek isteyenler ve müziğin görsellikle birleşiminden keyif alanlar için izlemeye değiyor.

8 yorum:

  1. little mermaid ve ay prensesi benim de :) internet olmasa sahiden yaa hayattan geri kalmış gibi oluyoruz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Little Mermaid'e bayılırım ben de ama diğerini hiç izlemedim. Baksam iyi olur :)

      Sil
  2. Bence çok güzel bir çözüm olmuş bu. Bu tip etkinlik sorularını yanıtlamak hem keyifli, hem de sanırım keyifli geldiğinden olacak daha kolay gelir bana da. :) Senin yazını okumak da çok keyifliydi. Yine sanki karşımdaymışsın gibi hoş bir hisse kapıldım. Yazının başındaki fotoğrafı çok sevdim öncelikle. Sonralıkla :), üzgünüm ama ben de internetsiz yaşayamıyorum. Aman tahtalara vuralım. :) Bu yılın başında bir bir buçuk hafta internetim yoktu da aman aman. Çok kötüydü gerçekten.
    Doğa vs şehir sorusunda ben de biraz biraz diyorum. :) Doğayı, ağaçları , çimenleri, kuşları; çok çok severim ama temelli asla yaşayamam. Hele de zorluklarına uzun süre katlanabileceğimi sanmıyorum. Sanırım ben keyifçi biriyim. :(
    Ben de genelde gözüme hitap eden mimari eserleri direkt beğenirim. :) Bu yapıyı da çok beğendim. İstanbul'u gezmeyi çok isterdim. Umarım bir gün gezebilirim.
    Hatıra koleksiyonu da çok hoş. Benimkisi tam bir koleksiyon olmasa da, önceden biletleri vs biriktiriyordum.
    Öneriler için de teşekkürler. :)

    YanıtlaSil
  3. Mimari sorusuna verdiğin yanıt gülümsetti :) Bana birçoğumuza göre öyleymiş gibi geliyor. Hepimiz estetik olarak hoş duran bir yapı gördüğümüzde şaşalayarak hep çok beğendiğimizi söylüyoruz. Her ne kadar çarpık kentleşmeyle birlikte çeşitli sorunlara sahip olsa da İstanbul'un en azından bir kısmı da harika yapılarla çevrili. Karar vermek zor olsa gerek diye düşünüyorum.
    Benim de bir hatıra kutum var. Yaşlandığım vakit kutudan hepsini bir bir çıkarıp yâd etmeyi planlıyorum. Kutun daima güzel anılarla, mutluluklarla dolsun.
    ^^

    YanıtlaSil
  4. Cem Yılmaz’ın sorduğu gibi internet yokken ne yapıyorduk ki biz :)

    YanıtlaSil
  5. Severek okudum, katılımın için sağol.

    YanıtlaSil
  6. Kocamın köyüne ne zaman gitsem telefon hiç çekmiyor. Her yıl bir on gün kesin internetsiz kaldığımız oluyor. Bir yerden sonra artık gerçekten önemsememeye başladım ama başlarda senin gibiydim ve sekiz senelik evliyim düşün...
    Rum Erkek Lisesine bende kermes için gittim ama kuyruk geçit vermedi heyhat....

    YanıtlaSil
  7. İnternetsiz yaşayamaz hale geldik artık 🙄

    YanıtlaSil

Görüşleriniz benim için çok değerli :)