Ağustos 2022 - vulnicure

31 Ağustos 2022 Çarşamba

Yaza Veda Şarkıları

Çarşamba, Ağustos 31, 2022 23
Yaza Veda Şarkıları



Buraları son zamanlarda çok boşladım.

İnanın, 20'den fazla taslak onları tamamlamamı bekliyor. Bitmesi gerekenlere öncelik vermeden hep yeni bir şeylere atlıyorum. Bu döngüyü kırmam lazım çünkü böyle giderse buralar terk edilmişe dönecek.

Eylül ayı öğrencilerin ve eğitim-öğretim alanında çalışan herkesin yeni yılıdır; ben de bugün bitirdiğimiz bu yılı, ayı ve yavaştan yaz mevsimini kısa bir şarkı derlemesi yazısıyla kapatmak ve kendime yazacak bir şeyler bulmak istedim. 

Şöyle bir dönüp bakınca söyleyebilirim ki sırf sahil kenarında sevdiklerimle birlikte geçirdiğim akşamları için bile yaz en sevdiğim mevsim olabilir. Sohbetin herkes sustuğunda bile huzurlu kıvama geldiği ve tüm başların gökyüzüne doğru yükseldiği, düşünce dolu o saatler ise en güzeli. O saatlerin benim için bu yılki arka fonu ise şu şarkılar:


Khruangbin - Cómo Me Quieres

SUNMI - Childhood

Lana Del Rey - Venice Bitch

Calvin Harris - Slide (feat. Frank Ocean & Migos)

Sulli - On the Moon

The Strokes - Call It Fate, Call It Karma

Kanye West - Father Strech My Hands Pt. 1

Warpaint - Keep It Healthy

Lorde - Mood Ring

Taylor Swift - august

22 Ağustos 2022 Pazartesi

Feriköy Pazarı, Mephisto, Lokal Sahaf

Pazartesi, Ağustos 22, 2022 23
Feriköy Pazarı, Mephisto, Lokal Sahaf


Aylar, hatta aylaaar öncesinde, çok değerli Şule ablaya o dönem yaptığım bir kitap alışverişini burada paylaşacağıma dair söz vermiştim. O yazıyı hazırlamak konusunda uygun şartları bir türlü yakalayamadım, sonra da burada paylaşmaya değecek kadar çok ürünün olduğu bir kitap alışverişi yapamadım. Son birkaç haftada biraz sahaf, biraz pazar diye gezerken aldıklarımın fazlasıyla geç kalınmış bu sözü yerine getirmeme vesile olabileceği aklıma geldi ve hemen bilgisayarın karşısına geçtim.


Alışverişimde ilk durağım iki pazarımı ayırdığım ve daha nice erken uyanılmış pazar sabahımı içinde geçirmek istediğim Feriköy Antika Pazarı idi. Eskiyi, nostaljiyi bu kadar seven biri olarak sahaflara, antika pazarlarına yıllarca burun kıvırmamın mantığını kendi içimde şimdi bile oturtamıyorum ama, iyi ki bu gereksiz huyumun üstesinden gelmişim. Bu pazar beni öyle bir büyüledi ki bir gün burada stant açtığımı, hepinizi beklediğimi duyurursam şaşırmayın. Eşe dosta gönderilen, arkalarında birbirinden nahif notların bulunduğu 70'lerden kalma fotoğraflardan benim bütçemi fazlasıyla aşan porselen takımlarına her türlü eski bu pazarda satılıyor. Ayrıca satıcıların ürünlerine verdikleri değer de belli, sohbetlerine doyum olmuyor. Farklı yaş aralıklarına ve bütçelere hitap edebilecek genişlikte bir satış yelpazeleri var ancak fiyatlar biraz şansınıza kalıyor. Hiç akla gelmeyecek değişik ve güzel ürünleri 15-20 TL'den kapmak da mümkün, “İncik cincik zaten, kalan bozukluklarla alırım.” diye sorulan ürünün fiyatını duyunca pazarın diğer bir köşesine kaçmak da.

12 Ağustos 2022 Cuma

10 Yıllık Bekleyişin Ardından - 2

Cuma, Ağustos 12, 2022 11
10 Yıllık Bekleyişin Ardından - 2

Dün grupla tanışma hikayemi anlattım. Bugün sıra konser sürecinde.

Aslında 2 bölümlük bir yazı oluşturma niyetim yoktu. Hatta dünkü yazı kafamda bile yoktu; istediğim tek şey güzel bir konserin ardından hislerimi, düşüncelerimi bloguma taşımaktı. Bu yazının başına ufak bir girizgah ekleyeyim derken bir baktım bambaşka sularda yüzmüşüm, kendi kendine yetecek bir yazı yazmışım. O satırlara konserin içeriği için yazdıklarımla devam etsem, ciddi ve rahatsız edici bir üslup farkı olacak. Üslup farkını eşitlemeye çalışsam, yazının yapısını bozacağım. İkisini de istemeyince bu yolu tercih ettim.

Arctic Monkeys, pandemi sebebiyle 3 yıldır canlı performans sergilemiyordu. Bu süreçte de yeni şarkıları, albümleri çıkmadı. Bu ara ve sessizlik sonrası turnenin başlangıç noktasının Türkiye olması ve iki gün sahne almaları şaşırtıcı ve heyecan vericiydi. Gelgelelim kasım sonunda ön satışa çıkan biletler daha duyurulan satış saati başlamadan bitti. Bu durum pek de iyi niyetli bir "hata" değildi bence, çünkü 1-2 saat içerisinde genel satış başladı ve fiyatlar 2 katına çıktı. Sahne önü fiyatı neredeyse 800'e dayanınca bilet karaborsası da uçtu gitti. Konser öncesi Ekşi'de bazı yazılımlar kurup alabildiği kadar bilet alan ve sonra 5 bin, 10 bin gibi fiyatlardan satmaya çalışan kan emicilerin olduğunu okudum. 

Ben aslında ön satışta bilet alamayanlardandım. Aynı gün genel satışın başlayacağını okuyunca arkadaşımla bir kez daha şansımızı denemeye karar verdik, o bilgisayarından ben telefonumdan Passo'yu yeniledik durduk. Genel satışın da tükendiği yazısını görünce konsere dair tüm umutlarım sönüp gitmişken bir mucize oldu ve arkadaşım 2 sahne önü bileti sepetine koyduğunu ve almak için 10-15 dakika gibi bir karar süremizin olduğunu söyledi. -Buradan da ileride başka popüler isimlerin konserlerine gitmek isteyeceklere ufak bir öneri olsun, biletler tükenmiş görünse de sepetinde tutup satın almayan kişilerin süreleri dolunca anlık açılan boşluğu kapabilirseniz bilet alabiliyorsunuz.- Biletler sepetteydi, iyi güzel, ama paranın değerinin eriyip gittiği bir dönemde şu an farklı düşünülse bile bizi aşacak düzeyde yüksek bir fiyattalardı. Geliri olmayan ve ekonomik krizin etkilerini hayatının her alanında hisseden, tatil için 3-5 bir şey kenara koymaya çalışan öğrenciler olarak zor bir karar vermemiz gerekti kısacası. Ama pişman olmadık. Hoş, o dönem uzun bir süre dışarıda AVM'lerde bulduğum Pidem çayını içmek dışında bir harcama yapamamıştım ama, olsun, buna değdi. O çay da çok güzeldi zaten.

Şimdi konser gününe gelelim.

11 Ağustos 2022 Perşembe

10 Yıllık Bekleyişin Ardından

Perşembe, Ağustos 11, 2022 17
10 Yıllık Bekleyişin Ardından

Hikâyemiz 2012 yılında başlıyor. 

Dershane ödevlerini kontrole kadar yetiştirebilmek ve Miley Cyrus'ın doğum gününde Twitter'ın Trend Topic listesine girebilmesini sağlamak hayattaki en büyük dertlerim. Ama ergenliğe giriş sancılarını sonuna dek yaşıyorum. Eksik bir şeyler var, ne bilmiyorum. Bu eksiklikte kendimi yalnız ve dolayısıyla özel hissediyorum, tabii sonradan öğreniyorum durumun hiç de öyle olmadığını.

O zamanlar 20'lerinin sonlarında olan dayım benim için bir idolden farksız. Büyüyünce onun gibi olacağım, diyorum hep. Ne dinlese, izlese, okusa hemen not ediyorum; ondan gelen önerilere vahiy inmiş gibi yaklaşıyorum. Bir gün dayım bana eski dizüstü bilgisayarını veriyor. iTunes ve Last.fm'i kapatmayı unutmuş, ne dinlese aşağıda bildirimlerden görüyorum. Bir isim ilgimi çekiyor, Arctic Monkeys. Maymunlar mı, ne alaka? Arctic neymiş, kutup mu? Nasıl yani? Youtube'a koşuyorum. Söylenilen hiçbir şeyi anlamadığım, çok hızlı ve enerjik şarkılar. Benim dinlediklerime kesinlikle benzemiyor, ama ilgimi fazlasıyla çekiyor. O gün bu maymunları kafama yazıyorum.

2013'e geliyoruz. Şimdilerde tedavülden kalkmış bir liseye geçiş sınavına hazırlanıyorum, gerginim. Artık büyümüşüm, ne okulda ne de evde kimse beni anlamıyor. Ama internette diğer insanlar beni anlıyor, dışarıda deneyimlediğimiz yalnızlık hissi bizi birleştiriyor, şimdi bile süren arkadaşlıkların temellerini atıyorum orada. Tumblr hayat kaynağım; ama gariptir ki depresyonun, yeme bozukluklarının ve akla gelebilecek her türlü ruhsal bozukluğun romantize edildiği bu yer beni bir yandan dibe çekiyor. Milyonlarca kullanıcı hepimiz diğer insanlardan farklı olduğumuza inansak da ironik bir şekilde birbirimizin karbon kopyasıyız. Şimdi bile hatırlanan, güldüğümüz "tumblr girl" estetiği orada oluşuyor.

Bu geçiş evresinde özellikle genç kızların muzdarip olduğu ciddiye alınmama, zevkleriyle dalga geçilme durumu ve onaylanıp kabul görme arzusu birleşiyor; Disney Channel onaylı müzikleri rafa kaldırma kararı alıyorum. Kendimi sözde ciddi müziklerle sınırlıyorum. Dayımın dinlediklerinden not aldıklarımı "best rock music" araştırmaları ile birleştiriyorum, bir deftere "dinlenecekler listesi" hazırlıyorum, elbette başı Arctic Monkeys çekiyor. Tam da grup yeni albümleri AM'e geçiş dönemindeyken. 


Grup yeni bir şarkı yayınlıyor, Tumblr'ı yıkıyor. Visualiser'daki ses dalgalarının giflerine denk gelmeden 10 post ilerlemek mümkün değil. Eski albümleri dinleyip duruyorum, bir yerden sonra bunlar bana yetmiyor, grubun çağdaşı bir diğer 2000'ler indie rock gruplarına sarıyorum. Ama Monkeys bir başka, her şeyin başlangıcı gibi.

Tam bu zamanlarda, herkesin Türkiye konserlerini iptal ettiği bir dönemde, grubun Rock'N Coke 2013'te sahne alacağı açıklanıyor. Tabii ki etkinlik 18 yaş üstü. 18 yaş altına bilet varsa bile girişler veli ile birlikte, ben de annemi kolundan tutup buraya sürükleyemiyorum. Olsun, diyorum, ben biraz daha büyüyünce 2013'te kaçırdığım herkesi izleyeceğim ve tüm Rock'N Coke'lara gideceğim. 

Gidemiyorum. Türkiye bir daha asla o dönemde olduğu gibi olmuyor. Festivaller tek tek bitiyor, bir şekilde yapılanlar da eskisi gibi olmuyor. Dev isimler Türkiye'ye bir daha uğramıyor. Eğlence kültürü değişiyor, konser anlayışı bir alışveriş merkezinin havasız berbat sahnesiyle eşleşiyor. Tek tipleşen ve dışlayan bir ahlak anlayışı ülkenin atmosferini sinsice zehirliyor, "kızlı erkekli" sözü bugün bile dillerden düşmüyor. Mutluluk, eğlence emareleri yavaş yavaş bu toprakları terk edip yerini gerginliğe, mutsuzluğa bırakıyor.

Yine de müziğe dört elle sarılıyorum. Her zaman dinleyici tarafında kalmayı tercih etsem de bunu ciddiye alıyorum. Herkesi, her şeyi dinleyip anlamaya, fikir edinmeye çalışıyorum. Bana iyi etki eden dostluklar kuruyorum, ön yargılarımdan kurtulmaya başlıyorum. Bu elbette müziğe de yansıyor, "Rock tek iyi müzik türüdür." tabumu yıkıyorum, dinlediklerimden çok daha keyif alıyorum. Hayatımın her bir dönemini, her bir geçiş evresini, yer etmiş her insanını arka fonda çalanlarla eşleştiriyorum.

Bu arka fonda Arctic Monkeys bir şekilde her daim kendine yer ediniyor. Her yeni küçük lise aşkı maceramda bir "There's this tune I found that makes me think of you when I play it on repeat until I fall asleep", sonrasında "But that place on Memory Lane you like still looks the same, but somethin' about it's changed" evresi yaşıyorum. İngilizce öğrenmeye devam ettikçe sözleri daha iyi anlıyorum, son ses çalan kulaklığımdan şarkılara eşlik ediyorum. Bazen gruptan soğuyorum, eski zamanlarına dönsünler istiyorum, sonra Tranquility Base Hotel & Casino'yu duyup gruba dönüyorum. 10 yıllık bir süreç esnasında arada aksamalar olsa da bir şekilde kendimi hep orada buluyorum.

Herkesin hayatında genele bakınca pek de önem arz etmeyen, sadece o kişi için anlamı olan ve bir şekilde o insana etki etmiş bazı ufak dönüm noktaları vardır. Arctic Monkeys ile tanışmak da benim için bu ufak dönüm noktalarından biriydi ve dün akşam bu serüven, 2013'te yitip gittiğini düşündüğüm her şeyin tutuşmayı sabırla bekleyen ufak bir kıvılcım şeklinde de olsa hâlâ Türkiye topraklarında olduğunu gösteren unutulmaz bir konserle taçlandı.

Devamı yarın.

8 Ağustos 2022 Pazartesi

Mayıs 2022'de K-Pop

Pazartesi, Ağustos 08, 2022 14
Mayıs 2022'de K-Pop


 Merhabalar,

K-pop'un aylık gündemini değerlendirdiğim yazı dizisine devam ediyorum. Birkaç aydır bu seriyi devam ettirememiştim, yaz aylarının boş vakitlerini değerlendirerek hem geçen aylarda dinlediklerimi tekrar etmek hem de arada kaynamış gizli hazineleri bulmak amacıyla uzun bir ara sonrası devamını getirmeye karar verdim.

Yaz sezonuna yaklaştıkça en büyük grupların dönüş yapması ve COVID-19 önlemlerinin iyice azalmasıyla mayıs ayı k-pop için dolu dolu geçti.

5 Ağustos 2022 Cuma

But I'm a Cheerleader (1999) | BCP

Cuma, Ağustos 05, 2022 27
But I'm a Cheerleader (1999) | BCP

Yönetmen: Jamie Babbit
Senaryo: Jamie Babbit, Brian Peterson
Oyuncular: Natasha Lyonne, Clea DuVall, Cathy Moriarty, RuPaul Charles, Melanie Lynskey, Katharine Towne, Katrina Phillips, Joel Michaely, Douglas Spain, Kip Pardue, Eddie Cibrian, Michelle Williams, Bud Cort, Mink Stole, Dante Basco, Julie Delpy
Süre: 85 dakika
Ülke: Amerika Birleşik Devletleri


 Blogları Canlandırma Projesi'nin temmuz teması "İspanyol kültürü ya da romantik drama" idi. Bir süredir şehir dışında olduğum için İspanyol kültürüne uygun bir kitap bulamayacağımı düşünerek onu eledim, geriye pek de heveslenmediğim romantik drama kısmı kaldı. Aslında izlemek istediğim birkaç romantik drama filmi vardı ama benim radarımda olanlar artık herkesin bıktığı içerikler olduğu için temaya uygun bir içerik bulmakta zorlandım. Tam da bu esnada; uyku tutmayan ve artık sabah saatlerine yaklaşılmış bir gecede aklıma gelen But I'm a Cheerleader imdadıma yetişti.


Film, Megan adlı mükemmel Amerikan rüyası tiplemesi genç bir ponpon kızın hikayesini anlatıyor. Megan Amerikan gençlik filmlerinin olmazsa olmazı olarak popüler bir sporcu çocukla beraber olsa da arkadaşları ve muhafazakar ailesi onun lezbiyen olduğundan şüphelenmeye başlıyor. Bunun üzerine ailesi Megan'ı bir dönüşüm terapisi kampına gönderiyor, Megan da kampta diğer öğrencilerle beraber heteroseksüel olmayı "öğrenmeye" çalışıyor.

İçeriğinden bağımsız konusunu okuyunca bahsi geçen olaylar akıl almaz gelebilir ancak film hikayesini parodi biçiminde işliyor. Cinsel yönelimleri "düzeltmek" amacı taşıyan dönüşüm terapilerinin bireylerde yol açtığı geri dönüşü olmayan hasarları tahmin etmek zor değil. But I'm a Cheerleader, özellikle ABD'de yaygınlığını sürdüren bu acı meseleyi mizahı kullanarak çok keyifli bir şekilde eleştiriyor. Senarist Brian Wayne Peterson'ın gençliğinde bu tür bir kampta yaşadıklarından ilham aldığı bu hikaye, kampların insanlık dışı eylemlerin absürtlüğüne dikkat çekerek kendin olabilmenin ve kendin olduğun için sevilmenin verdiği huzuru gerçek yol olarak gösteriyor. 



Filmde kullanılan renklerin canlılığı ve set tasarımları da filmin en başarılı yanlarından olarak her an göze çarpıyor. Film toplumsal cinsiyet rollerinin ve heteronormatif beklentilerin saçmalıklarıyla dalgasını tam da bu rollere atanmış renkleri ve aktiviteleri kullanarak geçiyor. Elbette 20 yıllık süreç içerisinde kimi mizahi unsurlar zamana yenik düştüğünü hissettiriyor ancak filmin verdiği nostalji hissi ve kendin olmak üzerine mesajı tüm bunları göz ardı ettiriyor. Yer yer abartılı oyunculuklar da filmin camp dekorlarına tam uyuyor. Genç Julie Delpy ve Michelle Williams'ı minik rollerde görmek de filmin en tatlı sürprizlerinden.

Benim filme dair en sevdiğim detaylardan biri ana karakter Megan'ın lezbiyen olduğuna dair "sıradan" diyebileceğimiz yaklaşımıydı. Megan yöneliminden dolayı diğer insanlardan farklı hissetmiyor, hatta kampa gelene kadar lezbiyen olduğunun farkında bile değil. Tüm hislerinin gayet normal ve herkesin başına gelen bir tecrübe olduğunu düşünüyor ve onları yadırgamıyor. Toplumun dayattığı kimi yargılar yüzünden olması gereken ilişki tipi heteroseksüel ilişkiler olarak gözüktüğü için genç LGBTQ+ bireylerin diğerlerinden farklı hissettiği bir gerçek, ama gerçek hayatın sorunlarına daha satirik bir tutumla yaklaşan bir kurguda bu yolun seçilmesi benim çok hoşuma gitti.

Uzun lafın kısası, 90'lı yılların ve 2000'lerin ilk yıllarının insana verdiği o yer yer bayağılaşan ama yine de kucaklayan kendine has hissi veren bu tatlı filmi çok sevdim. 90 dakikalığına var olmayan bir dünyanın dertsiz tasasız huzurunu hissettiren bu kült LGBTQ+ peri masalını izlemeye kesinlikle değer.

4 Ağustos 2022 Perşembe

Thor: Love and Thunder (2022) | BCP

Perşembe, Ağustos 04, 2022 10
Thor: Love and Thunder (2022) | BCP

Yönetmen: Taika Waititi
Senaryo: Taika Waititi, Jennifer Kaytin Robinson
Oyuncular: Chris Hemsworth, Christian Bale, Tessa Thompson, Jaimie Alexander, Taika Waititi, Russell Crowe, Natalie Portman
Süre: 119 dakika
Ülke: Amerika Birleşik Devletleri


Blogları Canlandırma Projesi'nin haziran teması "Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi ya da fantastik" idi. Haziran ayında bu temaya uyacak herhangi bir okuma veya izleme yapmadığım için etkinliğe temmuz ayında izlediğim Thor: Love and Thunder filminin yorumuyla geç de olsa katılmak istedim.

Geçtiğimiz ay vizyona giren Thor: Love and Thunder, Christian Bale'in canlandırdığı Gorr karakterinin yaşadığı acı kayıp sonrası inancının sarsılışıyla mitolojik tanrıların peşine düşüşünü ve elbette Odin'in oğlu, gök gürültüsü tanrısı Thor'un da bundan nasibini alışını konu ediniyor. Tüm bu olaylar yaşanırken bir yandan önceki solo Thor filminde yurtları yok olan Asgardlıların Dünya'da kurdukları kent yaşamına tanık olurken Thor'un geçmişini hatırlıyor ve bir türlü kazanamadığı "aşk" mücadelesini anıyoruz.

Taika Waititi, hem eleştirmenlerin hem de seyircinin beğenisini kazandığı 2017 yapımı Thor: Ragnarok sonrası yeni Thor filminin de yönetmenliğini yapıyor. Ragnarok komedi unsurlarını öne çıkararak Thor'u sıkıcı bir mitolojik figürden eğlenceli bir Marvel süper kahramanına dönüştürmüştü ancak filmin hikayesini arka plana atmayarak kendi içinde çok iyi işleyen bir formül tutturmuştu. Ancak bu formülü bir kez daha kullanırken doz ayarını kaçıran Love and Thunder bir hikaye anlatmaya çalışmıyor, tüm gücünü sulu şakalara ve filmin -filme kesinlikle çok yakışan- 80'ler neon estetiğine yaslıyor. Hele ki bir de ana temasına kanser, yas ve hatta sarsılan inançlar gibi ağır konuları alan bir filmin bu rotada gitmesi çok iyi durmuyor. Yanlış anlaşılmasın; hayat en acı süreçlerde bile mutluluklara gebe olabiliyor, ya da travma yaşayan birey bunu şakaya vurabiliyor, bunlar gayet normal şeyler. Ancak bu film bunları gerçek bir tema gibi işlemiyor, hikayede dramatik altyapı unsurları olsun diye serpiştirip geçiştiriyor. Filmin absürt mizah anlayışının bu temaların işleyişiyle kurduğu tezatlık ve düzgün bir ilerleyişinin olmayışı bana bir seyirci olarak keyif vermedi. Müzikler ve canlı renk paleti filmin estetiğine çok şey katsa da bunlar yetmiyor.


 Marvel filmleri bazen sıkıcı da olsa sonunda hep bir karakter gelişimi olurdu ve bu gelişimin hem karakter hem de gelecek Marvel filmleri için büyük etkisi olacağını bilerek sinemadan ayrılırdık. Love and Thunder bu düşünceden çok uzak, ekran karardığında karaktere dair en ufak bir ilerleme veya gelişim gerçekleştiğini hissettirmiyor. 

Şimdi tüm bunları yazınca sinemada 2 eğlenceli saat geçirmekten fazla vaadi olmayan filmleri bile çok ciddiye alıyormuşum gibi bir izlenim uyandırmak istemiyorum. Evet, mısırımızı alıp üstüne çok düşünmeden gülüp eğleneceğimiz filmler de olmalı. Ama amacı sadece ve sadece eğlenmek olan bu filmlerin de bir kalitesi olmalı ve seyirciye sırf para kazanmak için yapılmış bir filmi izlemiş gibi hissetmemeli diye düşünmeden edemiyorum. Hele ki önümüzde geçtiğimiz yıl yayınlanan Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings ve elbette bir önceki solo Thor filmi gibi başarılı ve iyi örnekler varken.

Bir yılda 10'dan fazla Marvel içeriğiyle herkes bıkana kadar doymuş bir haldeyken içerikler konusunda seçiciliğe gidilmesi gerekiyor. Çünkü artık seyirci tüm içerikleri tüketmek istemiyor, istese de yetişemiyor zaten. Bir Marvel dizisi bitiyor, hemen yeni bir film geliyor; daha film vizyonda 2. haftasındayken hop yeni bir Marvel dizisi yayın hayatına başlıyor. Marvel ve hatta süper kahraman furyasının uzun bir süre daha biteceğini düşünmüyorum ancak bir yandan serinin geleceğini merak etmiyor değilim. Hoş, bu bolluk bize The Boys ve Invincible gibi anti-süper kahraman içeriklerini de sunuyor ya, bakın o durumdan epey memnunum.

3 Ağustos 2022 Çarşamba

I, Tonya (2017) | BCP

Çarşamba, Ağustos 03, 2022 14
I, Tonya (2017) | BCP


Yönetmen: Craig Gillespie
Senaryo: Steven Rogers
Oyuncular: Margot Robbie, Sebastian Stan, Julianne Nicholson, Bobby Cannavale, Allison Janney, Caitlin Carver, Paul Walter Hauser
Süre: 119 dakika
Ülke: Amerika Birleşik Devletleri


Blogları Canlandırma Projesi'nin mayıs teması "Rus edebiyatı/sineması ya da spor" idi. Ben mayıs ayında yoğunluktan temaya uygun bir şeyler okumaya veya izlemeye zaman bulamamıştım, bu yüzden filmi haziran sonlarında anca izleyebildim. Gelgelelim bu sefer de koca bir ay yazıyı hazırlamaya fırsat bulamadım. Bu bir ay düşüncelerimin yoğunluğunu her geçen gün azalttı tabii ve bana filme dair konuşacak çok bir şey bırakmadı. BCP'de eksiğim olsun istemediğim için yine de yazıyı yayınlamak istedim ancak uyarıyorum, bu diğer film yorumlarına göre epey kısa bir yazı olacak :)

I, Tonya aslında Margot Robbie'nin 2016 yapımı Suicide Squad ile dünya çapında yakaladığı şöhretin ilk meyvelerinden biri olarak çıktığı sene adını epeyce duyurmuştu. Ben o dönem filmi izlemesem de izlemek hep aklımda bir yerlerdeydi. Etkinliğin temasında spor kelimesini görünce hemen filmi hatırladım ve bu ay için başka örnekleri düşünmeden seçimimi yaptım.

Film, Tonya Harding adlı yetenekli ancak klasik Amerikan rüyası tiplemesine uymadığı için kariyerinde sorun yaşayan figür patencisinin gerçek hayat hikayesini konu ediniyor. Tonya, Amerika'da zamanında çok konuşulmuş magazinel bir figürmüş, ben kendisini isim olarak bile tanımıyordum. Film benim gibi Tonya'nın büyük skandallarına kulak aşinalığı dahi olmayanlar için bile tam dozunda ve derli toplu bir şekilde derdini anlatıyor. Bahsi geçen hikaye oldukça dramatik olmasına rağmen acı sömürülerine gidilmiyor, aksine oldukça yalın ama kendine has bir tonu olan bir işleyişi var. Film artık gına getirecek düzeyde sıradanlaşan biyografi filmlerinin yanında hem bu yönüyle, hem de estetik tercihleriyle epey yükseliyor. 

Margot Robbie ve Allison Janney başta olmak üzere oyuncuların filmle ve karakterleriyle bütünlüğü çok başarılıydı. Filmin sarkastik ve hatta yer yer trajikomik tonuna uygun oyunculuklar filmin seyir zevkini benim için epey yükseltti. Oyunculuklar haricinde Tonya'nın figür pateni sahneleri de insanı ekrana kilitliyor.

Sorunlu bir kişiliği ele alıp baş karakterini aklamak için uğraşmayan, eğlenceli ve orijinal bir biyografi filmi izlemek isteyenler I, Tonya'yı kaçırmasın.


1 Ağustos 2022 Pazartesi

Temmuz'22 Raporu

Pazartesi, Ağustos 01, 2022 17
Temmuz'22 Raporu

Merhabalar!

İyisiyle, kötüsüyle bir ayı daha noktaladık. Temmuz hızlı ama dönüp baktığımda hobi dışı aktiviteleriyle epey dolu dolu geçen bir ay oldu benim için. 

Bana çok şey öğreten bu ayı mutlulukla uğurluyorum.