Eylül 2022 - vulnicure

29 Eylül 2022 Perşembe

Ağaç Ev Sohbetleri 162

Perşembe, Eylül 29, 2022 17
Ağaç Ev Sohbetleri 162


 Epeydir uzaktan takip ettiğim Ağaç Ev Sohbetleri’nin bu haftaki konusu ilgimi çekti, ben de yazmak istedim. Gelecek haftalarda etkinliğe düzenli katılabileceğimi sanmıyorum ama ilgimi çeken konuları buraya taşımaya çalışacağım.

Bu haftanın konusu çok sevgili deeptone’dan. Kendisi sormuş: 

“Kitap okurken kitaba notlar alır mısınız? Satırların altını çizer misiniz? Nasıl çizersiniz? Kitaplarınızı kaplar mısınız? Nasıl kaplarsınız?”


Eskiden kitaplarıma en ufak bir hasar ya da zarar gelmesini istemediğim için çok dikkatli davranırdım. Altını çizmek isteyeceğim satırların başına ve sonuna çok ince tırnak işaretleri koyar, sayfalarına da post-it takardım. Kitapla işim bitince alıntıları bir deftere geçirir, tırnak işaretlerini titizlikle siler ve kitabı yeniymişçesine rafa kaldırırdım. Sonradan defterin yerini dijital ortam almıştı tabii. Yazdığım tek not ise ilk sayfada adım ve kitabın alındığı tarih olurdu.

Üniversiteye geçtiğimde ise işler değişti. Kurgu dışı kitapları eskiye göre çok daha fazla okumaya başlayınca kendimi altını çizmem, işaretlemem ve hatta üstüne not almam gereken pek çok okuma tecrübesinin içinde buldum ve bu döngüyü tekrarlamaya daha fazla zaman ve enerji ayıramadım. Böylece bu dönemde bu huyumu kırdım. Şimdi istediğim gibi çiziyorum, işaretler koyuyorum, bazen çok kullanılmayan sözcüklerin anlamlarını yazıyorum; kısacası bu konuda özgürce davranıyorum. Alıntıları unutmamak için hâlâ dijital ortama aktarıyorum ancak artık teknolojinin nimetlerinden faydalanıyorum, kamerayı yazıların üstüne tutunca tüm yazıları tarayıp kopyalama seçeneği çıkıyor. Üşenirsem de fotoğrafını çekip aynı yere aktarıyorum.

Ancak yine de hâlâ kitap üstüne not almayı pek sevmem. Kitaplarımı sıkça ödünç verdiğim için eğer içinde notlarım varsa kendimi fazlasıyla kişisel bir dünyayı tüm kırılganlığıyla başkalarına açmış hissederim. Bu sebepten her zaman etrafta bir not defteri bulundururum ve not mantığına girecek şeyleri sayfa numarasını da belirterek bir deftere yazarım. Bazen kitap üstüne post-itlerle yazdığım da olur, onları sonradan deftere yapıştırırım. Etrafta defter bulamayınca atladığım telefonumun notları da bu konuda epey dolu doludur, hatta orada defter kağıda kıyasla çok daha taze fikir ve hislerimin olduğunu düşünürüm hep.

Ailemden ya da büyüklerimden bana keşfedilecek kütüphaneler kalmadığı için bir şeyi okuyacaksam genelde kendim satın almam gerekti. Bu sebeple kitap kaplamaya hiç ihtiyacım olmadı ama tabii 10-15 yıl içinde bile kitapların vaziyeti nasıl olur bilemiyorum. Hoş, bunları söylüyorum ama hepsi bahane aslında, çünkü ben ilkokulda annemle kitap kaplama günlerimizden nefret ederdim. O kitapları tek tek kaplamakla uğraşmak beni o kadar sıkardı ki Grup Hepsi, Winx Club ve High School Musical'lı o parlak kapların güzelliği hiç fayda etmezdi. Hazır kapları severdim gerçi, onlardan bulunca hemen alırdım.

26 Eylül 2022 Pazartesi

Genel Durum Değerlendirmesi

Pazartesi, Eylül 26, 2022 15
Genel Durum Değerlendirmesi


Geçenlerde burada paylaştığım kişisel yazıdan beri kendimi toparlamaya çalışıyorum. Aslında hislerimin bir bozuk plak gibi kafamda dönüp durmasından yorulmuştum. Her şey karmaşıktı. Kağıtlar, telefonumun notlar bölümü, blog taslakları, kafamdan geçenler... Hepsi dolu doluydu ancak bir türlü cümleler oluşmuyordu, kelime grupları sayıklama şeklinde bir araya geliyordu sanki. O cümleleri kurduktan sonra kendimi biraz daha rahatlamış hissettim.

O yazıda çok pesimist bir tablo çizdiğimi şimdi kendim de görüyorum. Bu tablodan imzamı silemiyorum ama umutsuz değilim. Çabalıyorum. Anlamlandırmak, sevmek, keyif almak için çabalıyorum.

Öncelikle, okulum açıldı. Geçen sene bırakma aşamasında olduğum okulum bu sene çok güzel başladı benim için. İlk haftanın tekrarlarını yaptım, gelecek dersler için hazırlık yaptım. Bu sene için hevesliyim. Okulun hayatımın merkezini kaplayan bir meşguliyet hissini beraberinde getirmesi de iyi oldu, hayatımın direksiyonunu elime almışım gibi hissediyorum. 

Bu sene bir sürü seçmeli dil dersi açıldı, hatta ben de o heyecanla Korece dersi aldım. Pandemi zamanında kendi kendime Kore alfabesini, bazı basit kelimeler ile konuşma kalıplarını öğrenmiştim ancak devamını getirememiştim. Aradan çok da uzun zaman geçmediği için bunun çok iyi bir fırsat olacağını düşündüm ancak dersi seçtikten sonra ders programıma bakınca kendi bölümümden zorunlu iki dersle çakıştığını gördüm, büyük hayal kırıklığına uğradım. Öğrenci işleri, danışman ve dersin hocası arasında e-posta aracılığıyla mekik dokuduktan sonra bir türlü programıma uyduramayınca maalesef içim kan ağlayarak dersi bırakmak zorunda kaldım. Benim için böylesine ilgi duyduğum bir kültürün dilini okulumda öğrenmek büyük bir şans olacaktı ancak kısmet değilmiş, önümüzdeki dönem şansımı tekrar deneyeceğim. Yine de bu kısa süren heyecan bana ikinci bir yabancı dil öğrenme konusunda tekrar heves verdi diyebilirim. Üniversitenin ilk yılında Ukraynaca öğrenmeye başlamıştım ancak çok iyi giden ve bana Rusça öğrenmenin yolunu açan bu macera, pandemi patlak verince kursun kapanması ile sona ermişti. Yine aynı sene Fransız Kültür Merkezi'nden Fransızca kursuna da yazılmıştım ancak o kurs yalnızca 1 haftada Fransızca hevesimi tamamen söndürmüş ve bana yetmişti. Bundan sonra Fransa'ya yaşamaya gitsem bile Fransızca öğrenmek ister miyim, emin değilim.  Pandemide evde boş geçen zamanları doldurmak adına Almancaya da bolca çalıştım ama lisede öğrendiğimiz düzeyin çok da üstüne çıkabildiğimi söyleyemeyeceğim. Avrupa dillerini seviyorum, evet, ama yapıları öyle karışık ki sürekli kullanmadığınız sürece unutuyorsunuz. Hayatımda bu kadar yer edinmiş bir dil olmasa İngilizceyi bile öğrenebileceğimi sanmıyorum. Doğu dilleri bu konuda biraz daha cazip, özellikle Japonca ve Korece gibi diller sanılanın aksine Türkçe ile aynı dil ailesinden gelmese dahi sözdizimleri büyük benzerlik gösterdiği ve Avrupai dillerin zorlayan kurallarını barındırmadıkları için ana dili Türkçe olanlara daha çok hitap ediyorlar. Gerçi benim doğu dillerinin kullanıldığı medyaya büyük ilgi göstermem de bu konuda bana etki ediyor olabilir. Her neyse, derslerim ve çalışma düzenim oturduktan sonra bu konunun üstünde durmak istiyorum. Yaşım ilerledikçe dil öğrenme kabiliyetim yavaşlıyor ve bu iyice ilerlemeden bir yabancı dili daha kapmak istiyorum. 

Okulun açılmasıyla daha düzenli bir hayata otomatik geçiş yaptım. Erken uyanıyorum, erken uykum geliyor. Sanırım sağlıklı bir uyku düzeni oluşturabildim kendime. Günlük adım hedeflerim hep fazlasıyla tamamlanıyor, daha aktif yaşamaya çalışıyorum. Beden algımı bozup kalori hesaplamalarıyla aklımı oynatmak istemediğim için diyetten çok normal beslenmeye çalışıyorum. Bir anda her şeyi kesmek istemediğim için arada kaçamak da yapıyorum, yavaşça tam bir düzen oturtmaya çalışıyorum.

Film izliyorum bolca. Tam bir Türkçe karşılığı var mı emin değilim ama chick flick olarak geçen türe sarmış durumdayım. Bu tarz modern peri masalları bana kendimi iyi hissettiriyor, ruhsal olarak kötü bir döneme için daha güzel bir tür seçemezdim sanırım. İzlediklerim hakkında toplu bir yazı hazırlıyorum. Elimden geldiğince sinemaya gitmeye çalışıyorum. Bu aralar hem sinemaların hem de Fransız Kültür gibi yerlerin müthiş seçkileri var, çok uygun fiyata harika filmler yayınlanıyor. Saatlerim vs. uyuşamayınca gidemiyorum tabii ama kendim gidemezsem başkalarını ikna etmeye çalışıyorum. 

Müzik olarak geçenlerde Moonage Daydream adlı David Bowie belgeselini izlediğimden beri Bowie'yi dinliyorum. Taylor Swift var bir de, her gün kulaklığım ya da hoparlörümden folklore albümünden bir şeyler duyuluyor. 2020'de bana hiç etki etmeyen bu albüm bu sene soundtrackime dönüştü desem abartmış sayılmam sanırım. Bunlar dışında tam anlamıyla Spotify playlistleri insanına dönüştüm, albümler yerine hep Daily Mix listelerini dinliyorum.

Koca bir yaz pasajlar ve birkaç bölüm okuduktan sonra raflara kalkan kitaplarla geçtikten sonra okul ile tekrar kitap okumaya başladım. Bu konuda odak süremin ne kadar azaldığını fark ettim, onu toparlamaya çalışıyorum.

Gezmeye çalışıyorum. Tepe bayır yürüyüp bilmediğim yerleri öğrenmeye çalışıyorum. Ama ekonomi bu konuda çok yardımcı olmuyor, kiminle görüşsem konu istemsizce hayat pahalılığına geliyor. Hayatımda ilk defa ay sonuna para yetiştirme derdi yaşamaya başladım, bu sene KYK kredisine başvurmayı düşünüyorum. Okul kitaplarını zar zor alabiliyorum. Yine de ben şanslı olanlardanım, bunu çok iyi biliyorum.

Biraz da bloguma dair planlarımdan bahsedeyim. Kış ve bahar aylarında kendi kendime bir yazı düzeni oturtmuş ve uzun süre de bu sisteme sadık kalmıştım. O zamanları evde geçirdiğim için bu sistem beni zorlamamıştı, hatta biriktirme imkanı bulduğum stok yazılar yoğun dönemlerimde bile beni idare etmişti. Şimdi okul ve sosyalleşme derken bloga o dönemki gibi fazla içerik hazırlayamayacağımı biliyorum, ben de kendime biraz daha şefkatli ve anlayışlı yaklaşmak istiyorum. Kafamda ve taslaklarımda bazı farklı fikirler var, onları hayata geçirmeye çalışacağım ancak onun dışında kendimi ön plana alarak ilerlemeye devam edeceğim. 

Taslaklarda beni bekleyen bir sürü yazı var, onları yavaştan tamamlamaya başlayacağım. Bütün yıl sürdürme konusunda kendime söz verdiğim bir aylık k-pop gündemi yazı dizim vardı mesela. Şimdilerde bu yazı dizisinde gerilerde kaldım ancak derslerim yoğunlaşmadan onları güncele getirip bu yıl bitirmek istiyorum. Ancak ne gelecek sene, ne de bir daha asla böyle bir işe kalkışmayı düşünmüyorum. Müzik dinlemeyi, dinlediklerimden bahsetmeyi ve hatta popüler kültürde olan biteni konuşmayı çok sevsem de bu ilgi alanlarımı buraya daha sürdürülebilir formlarda taşımayı düşünüyorum. Bu konuda da birkaç fikrim var gibi. Blogları Canlandırma Projesi'nde de aynı şekilde geride kaldım ancak neyse ki oradaki blog komşularım çok anlayışlılar, geç olsun güç olmasın diye yaklaşıyorlar. Bugün projenin ağustos ve eylül ayları için yazı fikirlerimi seçeceğim. Bir de Instagram'da bir şekilde aktifleşmek istiyorum, ekim ayıyla beraber hedeflerimden biri bu. Bu konuda nasıl bir yönde ilerlemem gerektiğini pek bilmiyorum ama deneyip göreceğim.


Son olarak bu ay çok değerli bir arkadaşım blog dünyasına katıldı. Ben kendisinin blog dışı yazılarını okuma şansını önceden yakaladığım için burada ısınma turlarını tamamlayınca çok keyifli işler çıkartacağını düşünüyorum. Blogspot'un Taş Devri esintili arayüzüne alışmak zor, biliyorum, ama umarım canım arkadaşım o eşsiz üslubundan bizleri burada mahrum bırakmaz.

Kendisinin bloguna gitmek için bu linke tıklayabilirsiniz.

25 Eylül 2022 Pazar

Son Zamanlarda Beni Ekrana Tutsak Etmiş Diziler

Pazar, Eylül 25, 2022 18
Son Zamanlarda Beni Ekrana Tutsak Etmiş Diziler

Şöyle bir baktım da, son zamanlarda fazlasıyla dizi izlemişim. Hepsini bitirmedim; bazılarının yeni sezonlarını izledim, bazılarını izlemeye devam ediyorum, bazılarını da yeni bölüm geldikçe takip ediyorum. Ben de yaz aylarımın ikinci yarısına ve eylül ayına eşlik eden bu dizilerin hepsini bir yazıda toplamaya karar verdim.



HOUSE OF THE DRAGON (2022-)

Açılın dostlar, Buz ve Ateşin Şarkısı geri döndü! Bu evreni öyle seviyorum ki Game of Thrones'un final bölümü üniversite sınavıma 15-20 gün kala yayınlanmasına rağmen sabahın köründe kalkıp canlı yayınlardan bölümü izlemiş, dershaneyi denemeyi boşverip tanıdık tanımadık herkesle bütün gün diziyi konuşmuş, yetmemiş o dönem blogdan uzak olmama rağmen bloguma dönüp bir de buraya hislerimi dökmüştüm. Oldukça histerik bir zamanda yazdığım bu "değerlendirme" yazısını okuyup o sezonun karanlık günlerini yad etmek isterseniz sizi bu linke alayım.

Evrene duyduğum hayranlık büyük olsa da final pek çok insan gibi benim de içimde gelecek yapımlara dair heyecanı söndürmüştü, dolayısıyla ilk spin-off diziden pek de beklentim yoktu. Şimdilik 5 bölümün yayınlandığı dizi ölü heyecanımı diriltmeyi başardı. House of the Dragon, Game of Thrones'u zamanında bizlere sevdirmiş elementleri korumaya devam etse de tek bir hanedana odaklanışından olsa gerek, öncülünün taklidini izliyor gibi hissettirmiyor. Dizi gerek vurucu sahneleriyle, gerekse hikâyenin farklı unsurlarla kurduğu bağlantıları çok iyi işlemesiyle müthiş bir ivmeyle ilerliyor. Tüm oyuncular, özellikle de Viserys ve ilk bölümlerde yer alan genç isimler çok iyiler. Bu diziyi belli ki daha çook konuşacağız, o yüzden şimdi çok uzatmak istemiyorum ancak son zamanlarda seyir zevki en yüksek işlerden olduğunu söylemezsem diziye büyük haksızlık etmiş olurum. Bir futbol fanatiği heyecanıyla izlediğimiz bu gibi dizilere daha çok ihtiyacımız var.


NEVER HAVE I EVER (2020-)

Mindy Kaling ve Lang Fisher'ın Hint kökenli Amerikan bir karakterin başından geçenleri konu edindiği bu eğlenceli gençlik dramasının ağustos ayında yayınlanan 3. sezonunu dayanamayıp bir gecede bitirdim. Canınız insana mutluluk aşılayan bir gençlik dizisi çekiyorsa Never Have I Ever'ı kaçırmayın çünkü dizi Netflix'in bu kategorideki en iyi yapımlarından. Dizi hem çok keyifli, hem de senaryosu gerçekçi olmasa dahi karakterlerin gerçek tavırları ve görünümleriyle insana Los Angeles'ta bir lisedeki o arkadaş grubunun içindeymiş hissi veriyor. Öyle ki yapımcılar bir gün çıkıp "Oyuncular 40 yaşına bile gelse biz canımız sıkıldıkça bu diziyi çekmeye devam edeceğiz." dese bunu savunacak kadar seviyorum bu diziyi ancak maalesef geriye yalnızca bir sezonu kaldı.


DÜNYAYLA BENİM ARAMDA (2022-)

Disney+'ın uzun zamandır reklamlarını döndürdüğü dizi sonunda başladı ancak bu yoğun promosyon karşılığını aldı mı, emin değilim. İzlenme sayılarını elbette bilmiyorum ancak ne sosyal ortamlarda ne de internet ortamında bu dizinin üstüne konuşmalara pek denk gelmiyorum. Her neyse, ben yine de yayınlanan 3 bölümü heyecanla izledim. Büyük bütçenin karşılığı kıyafet, dekor ve mekanlarda kendini belli etse de dizi Türk dizi sektörünü pek de ileriye taşıyabilen örneklerden değil maalesef. Bunu özellikle belirtmemin sebebi ise dizinin içinde sektöre yapılan eleştiriler. Evet; Türk dizileri kısır döngüye girmiş konuları iki buçuk saate sığdırmak amacıyla ortaya berbat sonuçlar çıkartıyor ancak Dünyayla Benim Aramda bu derya deniz içinde farklı bir noktada konumlanmıyor. Hatta çıplaklık içermeyen cinsellik sahnelerini ve küfürleri bir kenara koyarsak akşam haberleri sonrası Fox'u açtığınızda karşınıza çıkacakmış hissi veriyor. Yanlış anlaşılmasın, bu tarz kafa patlatmaya gerek duyulmayan ihtişamlı entrika dizileriyle bir sorunum yok, sadece vadettiğini veremediğini ve hatta kendini olduğundan yukarı bir yerde konumlandırdığını düşünüyorum. Henüz çok başlarda olduğu için ileride fikrim değişebilir tabii, ilk sezon bittiğinde duruma göre tekrar fikirlerimi belireceğim.


GRAVITY FALLS (2012-2016)

Zamanında bu animasyon dizisi Disney Channel'da yayınlanırken ben de hedef kitlesinde olmama rağmen bir türlü ilgimi çekmediği için izlememiştim. Aradan geçen 10 yılda internet ortamlarında ne kadar iyi olduğunu okudukça merak etmeye başladım ve sonunda Disney+'a gelince diziyi izledim. Ne diyebilirim ki? Müthişti. Gizemlerle dolu hikâye bir an bile heyecanını kaybetmedi, hayal gücünün sınırlarını zorlayan olaylar ve kaliteli çizimler de tuzu biberiydi. Hem yetişkinler hem de çocuk izleyiciler bu eğlenceli yapımdan büyük keyif alacaktır diye düşünüyorum.


THE LEGEND OF KORRA (2012-2014)

Tıpkı Gravity Falls gibi Avatar: The Last Airbender da yapımın hedef kitlesi olmaktan iyice uzaklaştığım bir dönemde keşfettiğim bir animasyon dizisiydi. Avatar'ı öyle sevdim ki ulaşabileceğim basılmış ya da yayınlanmış tüm içeriklerini tüketmeye devam ettim, Korra'nın hikayesi de bu konuda elimde kalan sonuncu yapımdı.

Yalan yok, Avatar'ın insanı kendine çeken o mistik dünyasından sonra teknolojinin karanlıklaştığı bir dünyayı izlemek başta beni biraz zorladı. Ancak bölümler ilerledikçe iki yapımın farklı yaş gruplarını hedef alarak hazırlandığını fark ettim ve hikayenin de karanlıklaştığını gördükçe diziye ısınmaya başladım. Korra'nın üç boyutlu denebilecek şekilde derinlikli işlenen kötülerini ve başarılı animasyonunu büyük keyif alarak izledim. Elbette ilk versiyonun yanında bu dizi bir tık sönük ve yer yer eksik kalıyor ancak yine de kendi içinde tutarlı, incelikli ve hatırlardan çıkmayacak şekilde sürükleyici ilerleyişiyle oldukça başarılı bir diziydi. Zamanında Avatar'ı izleyip bir şekilde bu animasyonu pas geçmiş olanlar varsa kaçırmasın derim.


RICK AND MORTY (2013-)

Üniversiteye başladığım dönemde her yerde bu iki ismi duyduğumu ve herkesin delicesine diziyi övdüğünü hatırlıyorum. O zamanlarda 4-5 bölüm kadar zar zor izleyip devamını getirememiştim. Bu sene Gravity Falls'u bitirdiğimde içine düştüğüm absürt animasyon dizisi eksikliği hissini kapatmak adına Rick and Morty'ye ikinci bir şans verdim. İlk 2-3 bölümde yine zor dayandım ancak onları geçtikten sonra devamı çorap söküğü gibi geldi. Henüz 3. sezonun ortalarındayım ama neredeyse her gün bir bölüm ilerliyorum, hatta bazen sıradaki bölümün delilikleri konusunda merakıma yenilip bu sayıyı fazlasıyla yükseltiyorum.

Türe ilgi duyanlar zaten bu diziyi çoktan yalayıp yutmuştur ancak izlemeyenler varsa şunu söyleyebilirim: Rick and Morty kendine has farklı bir mizah anlayışıyla kesinlikle herkese göre değil. Bu tarz sizi içine alırsa bağımlısı olursunuz, alamazsa da adını bile anmak istemezsiniz. Ben aradan geçen 3 yıl sonunda ilk tarafa geçtim, sizi de beklerim. :)


HAWKEYE (2021)

Bu yazıya alacağım Marvel dizisinin Hawkeye karakterine ait olması beni oldukça şaşırtsa da bu kararımdan pişman değilim. Yepyeni bir süper kahramanı seyirciye tanıtan bu dizi ana karakterlerin hem kendi içlerinde hem de yakınlarıyla kurdukları bağları çok iyi bir şekilde işliyor. Ayrıca Noel döneminde New York'ta geçmesinden olsa gerek, görsel anlamda büyük keyif veriyor. Marvel'ın içerik bombardımanından yorulup hangisini izleyeceğini bulamayanlar, evrenin gelecek yapımları için önem arz eden bazı olayları da ele alan bu bir hafta sonunda bitebilecek kısalıktaki keyifli diziye göz atabilir.


THE MANDALORIAN (2019-)

Mandalorian'ın ilk sezonunu yayınlandığı dönemlerde izlemiştim ancak 2. sezon bir şekilde benim radarıma takılmamış olduğundan devamını getirmemiştim. Son zamanlarda Star Wars filmlerine merak saran kardeşim devamını izlemeyi teklif edince 2. sezonu izlemeye başladım.

Star Wars evreninde hâlâ izleme fırsatı bulamadığım bir sürü yapım var ancak yine de izlediklerim arasında gerek hikayesi gerek görüntü müzikleriyle beni en çok etkileyen yapım kesinlikle bu oldu. Büyük emek ve para harcanmış, sonucunda da bunların karşılığını almış bu müthiş dizi kesinlikle izlemeye değer ancak Star Wars'ta olup bitenlere pek hâkim olmayanlar için iyi bir tercih olmayabilir. Ben sıradaki sezonu heyecanla bekliyorum.


WIZARDS OF WAVERLY PLACE (2007-2012)

Çocukluğumun dizilerinden Waverly Büyücüleri de yaz aylarıma keyif veren yapımlardan biriydi. Yer yer kendi kendiyle dalga geçen, aile bağlarını çok iyi yansıtan dizinin o dönemde yayınlanan diğer Disney Channel dizilerinden fersah fersah üstün olduğunu söyleyebilirim.


THE SUITE LIFE ON DECK (2008-2011)

Disney+'ın Türkiye'ye geldiği ay finallerim bittikten sonra bu dizinin öncülü The Suite Life of Zack and Cody'ye sarmış, hatta yapımın beklenmedik şekilde iyi çıkmasına şaşırıp burada bir yazıda durumdan bahsetmiştim. Çocukken asıl favorim Suite Life on Deck olmasına rağmen şimdi işler tam tersine döndü, bu diziye bir türlü ısınamadım. İnsan çocukluğunda ve ilk gençliğinde sevdiği kimi yapımları nostalji yaşamak adına bazen keyifle izliyor ama bazen de hatırlandığı kadar iyi olmadıklarını görüp üzülüyor, ben de tam olarak bunu yaşadım. İlk sezonunu 1 ay kadar önce bitirdim ama devam edebilecek miyim, bilmiyorum. 


TOZLUYAKA (2022-) ve DUY BENİ (2022-)

Ve son olarak bayramda babaannemlerdeyken kardeşimle keşfettiğimiz ve o günden okullarımız açılana kadar kaçırmadan izlediğimiz iki benzer konulu dizi var. Her ikisi de zengin-fakir çatışmasının ön planda olduğu lise olaylarını anlatıyor ancak ikisi arasında kıyaslama yapmam gerekirse Tozluyaka'nın çok daha keyifli olduğunu söyleyebilirim. Duy Beni zorbalık gibi ağır konuları biraz fazla abartarak insanın canını sıkacak düzeylere getirdiği için izlemeyi bıraktım, Tozluyaka'yı izlemeye devam ediyorum. Tozluyaka'da yaşananlar ve karakterler çok daha sempatik, süresi bu kadar uzun olmasa keşke :) Yemek yerken, iş yaparken arkada bir şeyler izleyeyim diye düşünenlere tavsiye ederim ancak dikkat, ikisi de oldukça sürükleyici olduğu için kendinizi kaptırabilirsiniz. :)

22 Eylül 2022 Perşembe

Köprüde Buluşalım

Perşembe, Eylül 22, 2022 12
Köprüde Buluşalım
Josef Forster, Self-Portrait

Hiç keyfim yok. Son zamanlarda gittiğim farklı eğlence ortamlarında bile içinden çıkamadığım yapmacık tavırlar bana kalabalık içinde izole hissetmenin zirvesini yaşattığında bu durumu artık kabullenmeye karar verdim. En azından burada rol yapmanın anlamı yok; olamıyorum, olduramıyorum. Kendimi bildim bileli bir yol arayışında debeleniyorum ama belli ki benim için doğru bir yol yok çünkü bozuk bir yolda, bata çıka ilerlemeye çalışıyorum. Arada da güzel duraklara, hatta bazen dinlenme tesislerine uğruyorum ve yolun zorluğunu kısa süreliğine unutuyorum.

Sorun ne? Bilmiyorum. Kendimce kaynağına insem ve bir sebep bulsam, 2-3 ay kendimi düzeltmek için bir meşgale edinmiş olacağım. Belki ufak tefek bir şeyleri değiştireceğim, evet, ancak o süre dolduğunda olmamışlık hissi bir kez daha etrafımı saracak ve o boşluk beni tekrar hapsedecek. 

Bir şarkıda sanatçı, idealinin ve gerçekliğinin birbirlerinden çok çok uzakta olduğunu, ama bu ikisini bir köprüde buluşturabilirse gerçek kendisine ulaşabileceğini söylüyordu. Öyle doğru ki. Dönüp baktığımda kendimi en verimli, en mutlu hissettiğim zamanlar bu köprüyü kurabildiğim dönemler. Şimdilerde ise oraya bir tahta atmak bile çok zor geliyor. Yine de insan kendini yalnız hissederken sevdiği, saydığı isimlerin de benzer spesifik tecrübelerden geçtiğini görünce o his çok daha çekilir bir hâl alıyor, en azından bir konuda yalnız olmadığınızı anlıyorsunuz çünkü.


"They told me all of my cages were mental

So I got wasted like all my potential

And my words shoot to kill when I'm mad

I have a lot of regrets about that

I was so ahead of the curve, the curve became a sphere

Fell behind all my classmates and I ended up here

Pouring out my heart to a stranger

But I didn't pour the whiskey"