vulnicure

26 Şubat 2024 Pazartesi

Oscar 2024 Filmleri Maratonu #1

Pazartesi, Şubat 26, 2024 3
Oscar 2024 Filmleri Maratonu #1


Herkese merhaba!

Oscar Ödülleri'ne iki hafta kala burada yapmaktan çok keyif aldığım bir blog dünyası geleneğini kendi blogumda diriltmek istedim: Oscar Maratonu.


Aslında ben filmleri izlemeye başlayalı epey zaman oldu ancak buraya taşımak için biraz geç kaldım, şimdi törene kısa süre kala izlenecek beş filmle maratonun sona yaklaşıyorum. Bu sene listemi geçen yıllara göre biraz daralttım; Görsel Efektler, Saç ve Makyaj gibi teknik kategorilerde ilgimi çekmeyen filmleri izleme listeme almadım. 


Bu sene izlenecekler listem şu şekilde:


1) American Fiction

2) Anatomy of a Fall

3) Barbie

4) The Holdovers

5) Killers of the Flower Moon

6) Maestro

7) Oppenheimer

8) Past Lives

9) Poor Things

10) The Zone of Interest

11) Rustin

12) Nyad

13) The Color Purple

14) May December

15) El Conde

16) Napoleon

17) Io Capitano

18) Perfect Days

19) Society of the Snow

20) The Teachers' Lounge

21) The Boy and the Heron

22) Elemental

23) Nimona

24) Spider-Man: Across the Spider-Verse

25) Robot Dreams

26) The Wonderful Story of Henry Sugar

29 Kasım 2023 Çarşamba

Dile Kolay 10 Sene

Çarşamba, Kasım 29, 2023 19
Dile Kolay 10 Sene

Uzun bir aradan sonra bol yağmurlu bir günden herkese merhabalar!


Bugün bu merhabayı kaleme alışımın benim için çok özel bir sebebi var. 10 sene önce bugün lise sınavının ilk basamağını tamamladım, eve döndüm ve ailemin bana hediyesi olan yeni bilgisayarla bu blogu kurdum. Şimdilerde blogum neredeyse benim o dönemki yaşıma yetişti. Ne çabuk büyüyorlar, değil mi? :)


Bu sene hatırlamak istediğimden emin olamadığım kadar kötü geçti. Zaten ben kolay tökezleyenlerdenim; hayatın en temel gerçeği, insanın hayatla kurduğu o anlaşmanın ilk kuralı üstüme bir kez basınca ayağa kalkamadım. Şimdi bile günün birinde tam anlamıyla ayaklanmayı becerebileceğimden emin değilim, her kalkışımda aynı hızla çok daha sert düşüyorum çünkü. Tam da bu sebeple devamlılık konusunda burada, 10. seneye yakışmayacak şekilde sınıfta kaldım. Sesimin duyulmasını en çok isteyeceğimi sandığım zaman sesim kesildi. Gerçeklikten kaçışın olduğu kadar gerçeklerin de üstüne en çok gideceğimi sandığım zaman kendimi arafta buldum. Geçen sene dokuzuncu sene şerefine şöyle bir yazı yazmıştım ve bu sene çok daha heyecanlı, kendi adıma coşkulu olacak diye düşünmüştüm. Maalesef öyle olmadı. Her ne olursa olsun bugün en az on sene önce olduğum kadar heyecanlı ve mutluyum. Birdenbire ortalardan kaybolmayacağıma dair söz veremiyorum, ama çabalayacağımın sözünü verebilirim. Çünkü anlatacaklarım, anlatmak istediklerim bitmedi henüz. Her şeye rağmen burada dile kolay 10 senenin dolmasının sebebi de tam olarak bu aslında. Vulnicure benim sığınağım, arşivim ve en önemlisi ruhumun bir parçası. Ne olursa olsun kendimi bulduğum yer. 


O hâlde nice on senelere!



19 Eylül 2023 Salı

Eylül Meydan Okuması | 6-10

Salı, Eylül 19, 2023 8
Eylül Meydan Okuması | 6-10


Yüreğimin İklimi'nin düzenlediği meydan okumanın sorularına gitmek için buraya tıklayabilirsiniz.



6) Şunu görmeden/yapmadan ölmek istemem dediğiniz şey nedir?

Avrupa'yı karış karış gezmek. Hayal gücünün sınırlarının zorlandığı bir istek değil belki ama Türkiye'nin gidişatı sürekli daha kötüleşen ekonomisi bu isteğimi hayal olmakla sınırlı tutuyor. Eh, Avrupa üniversiteleri de buyur bize gel diye kapımda sıraya girmiyor sonuçta. Kısacası hayatımın şu anki evresinde hayalimdeki uzun ve detaylı Avrupa gezisi benim için oldukça ulaşılmaz ancak bu geziyi, hatta gezileri yapmak en büyük isteğim.



7) Çocukluğunuzdan hatırladığınız ilk şey nedir?

Çocukluğuma dair hatıralar hep birbirine karışıyor. Bazen de zihnim bana oyun oynuyor ve bana anlatılanları, fotoğraf ya da videoda gördüklerimi gerçekten hatırladığımı sanıyorum. O yüzden üstüne ne kadar düşünürsem düşüneyim bu soruya doğru bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. Ama çok net hatırladığım kabus gibi bir anım var, onu anlatayım. Yıl 2004 ya da 2005, ben de 4-5 yaşlarındayım, ailemle Altınoluk'ta tatildeyiz. Henüz yüzme bilmediğim için şuna benzer büyük bir simitle denize giriyorum. Annemler beni önce birbirlerine ittikleri, sonra da yakın mesafeden hafifçe birbirlerine fırlattıkları bir oyun yapıyor. Beni çok eğlendiren bu oyun, babamın dozu kaçırmasıyla korkunç bir 10-15 saniyeye dönüyor. Babam fazla yukarıdan ve hızlı, oyunu aşacak bir fırlatış yapıyor, annem yakalamak için yetişemiyor. Böylece simit su yüzeyine ters düşüyor ve ben denizin altında kalıyorum. Simit oturmalı tipte olduğu için vücudumdan tak diye çıkarmak mümkün değil, mutlaka beni geri döndürmeleri gerekiyor. Ama o da çok kolay olmuyor. Hiçbir şey yapamadığım ve çırpındığım panik dolu o anları çok net hatırlıyorum, suyun içinde duyduğum annemin korku dolu sesi zihnimde canlanıyor. Şimdi bile üçümüz denizde olunca bu olayı hatırlarız, tabii artık gülüp geçtiğimiz bir anı ama o zaman hiç de gülünecek gibi değildi. Bu anı zihnimde kötü bir yer edindi ama neyse ki suya küsmedim :)



8) Biri vardı değil mi "bu insan" olmanızı sağlayan, kimdi o?

Az önce yazdığım anıdan sonra kendisi için sorumsuz ebeveyn portresi çizmemişimdir umarım, çünkü bu soruya cevabım annemden başkası değil. :) Kimseye bir şey olmadan hemen döndürülen bir kaza annemi tanımlamıyor sonuçta.


Annem hep benim elimi tuttu. Ben kendi kendimi dibe batırdığımda çıkmama yardım etti. En yakınım, en güvendiğim oldu. Bana saygı duydu, kimse dinlemediğinde beni dinledi. Söylediklerimi anlamadığında bile dinledi, anlamak için çabaladı. Beni kendisinin bir uzantısı olarak görmedi, değerimi bana hep hissettirdi.




9) Bize bir nasihat vermenizi istesek?

Kendi değerinizi bilin, her şeyden ve herkesten önce kendinize saygı duyun. Bu evrende insanın toz zerresi kadar oluşu sizin bir birey olarak değerinizin olmadığı anlamına gelmiyor. Kendini bilen insan başkalarının da değerini gözetir, saygı duyar.



10) Blogunuzun başkaları tarafından okunduğunu bilmek size nasıl duygular yüklüyor?

Başkalarının okumasını istemeseydim blog yazmazdım, ya da blogumu gizleyerek kendi kendime yazardım. Yani bir kişiye bile olsa hitap etmek beni mutlu ediyor. Karaladığım iki satırın altına hiç tanımadığım kişilerin "Ben de!" demesi, kendi görüşlerini veya önerilerini yazması öyle özel bir şey ki! Ama bu durumu asıl özel kılan buradaki blogger topluluğu. Burada anonim olmak da, isim soyisimle yazmak da aynı; her ikisi de aynı ölçüde değerli. Sokakta yan yana gelsek birbirimizi tanıyamayacağımız insanların dünyasını kimi zaman en yakınlarından bile fazla tanıma fırsatı buluyoruz. Kısacası burada yazmak kadar okumak da değerli.


Kendisini çok iyi bilen bir istisna haricinde günlük hayatımdaki insanların blogumu okuması ise beni çok memnun etmiyor. Şimdilerde bildiğim kadarıyla zaten okumuyorlar, blog ismini değiştirdiğim için hatırlamıyor da olabilirler ama eskiden bu konuda sorun yaşadığım ve blogumdan soğuduğum olmuştu. Çünkü zihinsel olarak gelişim çağımın başından yetişkinliğe geçişime kadar çok büyük bir süreç burada yatıyor. Rahat edemiyorum, belki o an içinden geçtiğim süreci buraya dökmek isterken yapamıyorum. Tamamen olmasa da anonim oluşumun sebebi de bu zaten. 

Eylül Meydan Okuması | 1-5

Salı, Eylül 19, 2023 8
Eylül Meydan Okuması | 1-5



Uzun süre blog formatında yazı yazmamak bana iyi gelmedi, kelimeleri bir araya getirmekte bile zorlanır oldum. Başladığım hiçbir yazıyı tamamlayamadığım böyle bir anda İlkay'ın blogunda bir meydan okuma yazısı dikkatimi çekti, budur dedim. Belki bu vesileyle "yazar tıkanıklığı"nı aşarım diye umut ederek etkinliğe katılmaya karar verdim. Ben çok geride kaldığım için soruları birkaç yazıda toplu olarak tamamlamaya çalışacağım.


 Yüreğimin İklimi'nin düzenlediği bu keyifli meydan okumanın sorularına gitmek için buraya tıklayabilirsiniz.



1) Kurtulmak isteyip kurtulamadığın alışkanlığın var mı?

Tam olarak kurtulmak istediğimi söyleyemiyorum ama internetten kopamama alışkanlığımın biraz da olsa azalmasını isterdim. İnternet, hayatımın içine öylesine işlemiş ki kendi isteğim dışında uzaklaştırıldığım anlarda dünyadan kopmuş ve her şeyi kaçırmış hissediyorum. Nefes aldığım her anı elektronik aygıtlara kendimi zincirlemişçesine yaşamıyorum, özellikle sosyalleşirken bundan itinayla kaçınıyorum ama işte; o bağlantının kurulmuş olması gerekiyor, yoksa içim rahat etmiyor. Türkiye'de, dünyada, kültür aleminde yaşanan en ufak gelişmeden geride kalmak beni korkutuyor ama biliyorum ki beni asıl korkutması gereken bu muhtaçlık.


Lisedeyken birkaç günlüğüne babaannemlere kalmaya gitmiştim, o zamanlar onların evinde modem yoktu. Sorun değildi, zaten tarifemde bana hayli hayli yetecek internet paketi bulunuyordu. Ama köye gidince interneti geç telefonumun bile çekmediğini fark ettim. O zamanki telefonum darbe alınca veya düşünce hattımın gidip geldiği oluyordu, o yüzden baştan çok önemsemedim. Gelgelelim saatler geçtikçe ve aile hasreti giderildikçe telefonumun düzelmeyişini görmek beni iyice rahatsız etmeye başladı. Benimle aynı servis sağlayıcıyı kullanan herkes aynı sorunu yaşıyordu, öyle olunca telefonu çeken birilerinden abonesi olduğumuz telekom firmasını aradık. Meğer baz istasyonunda bir problem varmış, birkaç gün telefonlar hiçbir şekilde çekmeyecekmiş. İnanın telefonsuz o 1-2 gün benim için geçmek bilmedi, geçsin diye sinirli sinirli bekleyip durdum. İzole yaşam fikri beni pek cezbetmiyor belli ki, telefonumun içindeki dünyadan kopamıyorum.




2) Doğa mı, şehir mi? Neden?

Büyük şehirler dur durak bilmeyen akışında insanı bunaltıyor ama en ufak bir ihtiyaç için bile arabaya ya da 45 dakikalık yürüyüşe ihtiyaç duyulan şehirden uzak, doğayla iç içe yerler de insanı fazlasıyla kısıtlıyor. Bu yüzden bana her ikisinden de biraz lazım. Şehir hayatının sunduğu kolaylık ve imkanlardan vazgeçebilmem mümkün değil ancak doğadan da uzak olmamalıyım, olamam. Yoksa kendimi kaybederim.



3) En beğendiğiniz mimari eser? Neden?

Bana mimari eser beğendirmekten kolayı yok. Gözüme azıcık hitap eden her türlü eseri hayranlıkla izleyebilirim. Zaten enlerimi seçmekte de çok zorlanırım, o yüzden bugün önünden geçtiğim için aklımda olan Fener Rum Erkek Lisesi'ni söyleyeyim.


Yapının içine girmek bir türlü kısmet olmasa da -geçen seneki o meşhur kermese gitmeyi planlamıştım ancak izdihamı andıran sırasını görünce nasıl döneceğimi şaşırmıştım- bazen sadece orayı izlemek için Fener'den geçiyorum. Bu binanın İstanbul'daki başka hiçbir yerde beni etkisine alamamış bir büyüsü var. Kendime sözüm olsun, bir gün içine de gireceğim!





4) Koleksiyonunu yaptığınız bir şey var mı?

Hatıra koleksiyonum var. Bu koleksiyonda gittiğim filmlerin, izlediğim konserlerin, katıldığım etkinliklerin, gezdiğim müze ve sergilerin biletlerini saklıyorum mesela. Ya da benim için özel geçmiş bir günü hatırlatacak mekanlardan bir fiş, bazen peçete, yırttığım ufak bir broşür parçası, bileklikler oluyor bazen. Mektuplar, zarflar, çizimler, karalamalar, her gün kullanamayacağım sembolik hediyeler... aklınıza ne gelirse. "Ne kadar güzel bir gündü!" dediğim her bir hatıraya ve o hatıralarda bana eşlik eden herkese ait somut bir şeylerin elimde olmasını istiyorum.



5) Hangi film? Niçin?

Bunun gibi sorular beni hep çok zorlamıştır. Biliyorum ki dünyadaki tüm filmleri izlesem dahi şu soruya tak diye yanıt veremeyeceğim. O yüzden bu soruyu kendim için biraz kolaylaştırarak eylül ayında izlediklerimden bir film seçme şeklinde güncelleyeceğim.


Disney Plus


Beyoncé, 2019 yılında The Lion King'in yeniden çevriminde sesiyle Nala'ya hayat vermişti. Afro-Amerikalı bir kadın olarak bu filmin yapım sürecinde sanatı adına epey ilham almış olsa gerek çünkü 2020 yılında Black Is King isimli bir müzikal film yayınladı. Yapım sürecinin tüm aşamalarında kendisinin de bulunduğu bu tutku projesi, The Lion King: The Gift albümündeki şarkıların Lion King'in hikayesinin yeniden yorumlanarak görselleştirildiği bir formunu Afrika kültür mirasını onore ederek sunuyor.


1994 yapımı Lion King filmi en sevdiğim animasyonlardan biri olmasına rağmen 2019 yapımı filmi hiç sevmemiştim. Filmin fotogerçekçi animasyon tekniği; repliklere kadar aslına sadık kalınmış bu yeniden çevrimin ilk filmi bize sevdiren en önemli etkenlerden birinden yani duygulardan uzaklaşmasını sağlamıştı. Gelgelelim benim bu soru için seçtiğim Black Is King visual albüm formatında olduğu için böyle bir problemden muzdarip değil çünkü gücünü müziğin filme, görselliğe dökülmesinden alıyor. Film, Lion King'in akıllara kazınan o hikayesini farklı bir vizyonla görmek isteyenler ve müziğin görsellikle birleşiminden keyif alanlar için izlemeye değiyor.

16 Eylül 2023 Cumartesi

2023 MTV Video Music Awards’un Ardından...

Cumartesi, Eylül 16, 2023 10
2023 MTV Video Music Awards’un Ardından...
Kevin Mazur


 "VMA mi kaldı?" diyeceksiniz, haklı da olacaksınız. Töreni en son 2020 yılında izlemiştim, eh, takdir edersiniz ki o sene pandeminin en eve tıkılı dönemiydi ve yapacak daha iyi hiçbir şeyim yoktu. Bu sene izlemeyi düşünmüyordum ancak törenin yapıldığı gece beni uyku tutmadı ve Twitter'da gezindikçe pembe halı görüntüleri karşıma çıkıp durdu, ben de merakıma yenik düştüm.


İzledikçe neden artık kimsenin bu etkinliği umursamadığını iyice anlamış oldum. Çok değil, 7-8 sene öncesine kadar VMA sahiden prestijli bir ödüldü. Bunun yanı sıra Britney Spears'ın omuzlarında pitonla sergilediği meşhur performanstan Kanye West'in Taylor Swift'in ödül konuşmasını bölmesine kadar pop kültürü tarihine geçmiş pek çok an ve performans da bu törenden çıktı. Şimdilerde ünlü sanatçılar promosyonunu yapacakları bir şey yoksa törene uğramıyor bile. Maalesef 2023 yılı da tüm bunlar için bir istisna olmadı. Hafta içi yapılan ve 4 saate yakın süren törenin kazananların tamamının canlı yayında açıklanmaması ve tweetlerle duyurulması organizasyonun amatörlüğünün sonuçlarından sadece biriydi. Bazı kısımlar gereksiz uzundu, keyifsizdi. Ödüllerin akışı fazla yavaştı. Özellikle sonlara doğru bitse de gitsek diye düşündüm durdum ama dünya bana bu konuda pek katılmamış sanırım çünkü etkinlik 2019'dan beri 18-49 yaş aralığındaki en yüksek reytingini almış.


Törenin sunucusu Nicki Minaj'dı ancak buna ne kadar sunuculuk diyebiliriz bilemiyorum çünkü Nicki açılışı yaptıktan sonra 1-2 saat ortalıklarda hiç görünmedi. Performansını pek beğenemedim, tıpkı törenin kendisi gibi tekdüze buldum. Yine de yakında yayınlanacak albümü Pink Friday 2'dan yeni bir parçayı duymak heyecan vericiydi, zaten albümü merakla bekliyorum. Bunun dışında Nicki hip hop'ın 50. yılı şerefine yapılan özel performansta da sahne aldı ki bu performans gecenin en keyifli dakikalarındandı.


VMA "relevant"lığını yitirse dahi onur ödülü sayılan ve törenden önce açıklanan Vanguard Ödülü'nün kime verildiği başlıklarda kendine hep yer buluyor. Ödülün bu senenin kazananı ise Shakira'ydı. Shakira'ya çocukluğumdan beri bayılıyorum, bu ödülü de sonuna dek hak ettiğini düşünüyorum. Performansında da çok sevdiğimiz hitlerini artık klasikleşen Shakira dansıyla izlemek çok keyifliydi. Ancak... arkaya canlı vokal bile kaydetmeden tamamen playback yaparak performans sergilemiş olmasını sevmedim. Bu hareketleri yapmak kolay değil, biliyorum ancak mikrofonun açılmaması da Shakira gibi birine çok yakışmadı diye düşünüyorum. En azından arkaya yeni canlı vokaller kaydedilebilirdi. Shakira'nın seti fena değildi ancak bu senenin performanslarında dikkatimi en çok çeken durum setlerin oldukça sıkıcı ve renksiz olduğuydu. VMA'in eski günlerinin dev prodüksiyonlu setlerini beklemiyorum tabii ancak 2020'de bile daha yaratıcı işler vardı, bu konuda tören genel olarak sınıfta kaldı.


Törende öne çıkan performanslardan biri Olivia Rodrigo'ya aitti. Vampire'ın müzik videosunu  buradaki performansına yedirdiğini anlamayan bazı ünlü ve seyircilerin tepkilerini izlemek eğlenceliydi. Yaşı gereği Olivia canlı performans sergileme konusunda sıkıntılar yaşayan biri ancak çıkış yaptığı seneye kıyasla kendini ne kadar geliştirdiğini göstermiş oldu. Olivia gecenin ilk dakikalarında şarkılarını seslendirdikten sonra ortalardan kayboldu, bir daha görülmedi. Bu konuda ona yeni işbirlikleri Bongos performansını sergilemek üzere törene katılan Cardi B ve Megan Thee Stallion eşlik etti. Bana bu konuda fazlasıyla karşı çıkanlar olacaktır ancak bence ikili gecenin en iyilerindenlerdi. Her ikisinin de sahneden dolup taşan müthiş enerjileri törene renk kattı. Özellikle Cardi'nin seslendirdiği kısımlarda arkadaki ses fazla yüksek olsa da bu yüksek tempolu ve koreografili performansta kendisine çok yüklenmeyeceğim çünkü en azından sesini duydum. Megan her zamanki formunda olsa da törende performasından çok Justin Timberlake ile sahne arkasında yaşanan mevzusuyla konuşuldu. Twitter'da paylaşılan bir videoda Megan *NSYNC üyelerine, özellikle de Justin Timberlake'e kızıyor gibi görünüyordu. Aralarında ne olup bittiği anlaşılamadığı için sosyal medya bu konuyla çalkalandı ancak sonradan Megan, Justin ile bir videosunu paylaşarak aralarında bir problem olmadığını, sadece fazla el hareketi kullanarak konuştuğunu söyleyerek konuyu kapattı. Bu durum *NSYNC'in yıllar sonra tekrar bir araya gelişine biraz gölge düşürdü. Her ne kadar Justin Timberlake'in özellikle Timbaland ve Danja dönemleri pop müziğe dair en sevdiğim dönemlerden olsa da ben gruba nesil olarak yetişemediğim gibi hiçbir zaman ilgi duymadım, dolayısıyla Taylor Swift başta olmak üzere izleyiciler gibi çılgına dönemedim. Ancak Nelly Furtado ve Timbaland'i ödül sunmak üzere bir arada görmek muhteşemdi, özellikle Nelly'nin enerjisi çok iyiydi.


Demi Lovato'nun performansı eski 3 hitinin "rock" düzenlemeli hâlleriydi. Dürüst olmak gerekirse Demi Lovato'nun pop rock köklerine döneceğini ilk öğrendiğimde Miley Cyrus'ın Plastic Hearts'ı gibi olgun bir iş göreceğimizi düşünerek heyecanlanmıştım. Ancak ortaya çıkan sonucu gördüğümden beri Demi'nin tam bir sanatçı vizyonuna ve özgünlüğüne sahip olmadığını düşünüyorum. Pop rock albümü ve eski şarkılarını bu tarz düzenlemelerle tekrar kaydetmesi bende şimdilerde tekrar popülerleşmiş ve listelerde kendine yer bulmuş bu sounddan kendine yer edinme çabası gibi geliyor. Gece sergilediği performansını ise Sorry Not Sorry kısmı dışında beğenmedim ve özensiz buldum.


Noam Galai

Doja Cat'in performansı bana göre gecenin en iyisiydi. Kendisi sosyal medyadaki tavırlarıyla çoğumuza göz devirtse de sahneyi doldurarak iyi performans sergilemeyi çok iyi biliyor. Ayrıca Diddy'nin Küresel İkon Ödülü'nü alması şerefine sergilediği özel performansında kendisine eşlik eden Keyshia Cole'un vokalleri de törende beni etkileyenlerdendi. Bunların dışında gece boyunca 15-20 saniyeliğine sahne alan bazı yeni sanatçılar vardı. Bu kısa performanslar kendilerine görünürlük kazandırıyor olsa da seyirci şarkının havasına giremeden bir anda kesiliyordu. Reklam arası gibi şarkı arası mı olur? Hiç anlayamadım.


Gecenin k-pop kontenjanını Stray Kids ve TXT doldurdu. Her iki grup da törende çölde vaha etkisi yaratacak şekilde iyiydi. Stray Kids'in performansı grubun potansiyelinin bir fragmanı gibiydi, özellikle sonlara doğru iyice yükselen bu performanstan çok daha fazlasını yapabildiklerini biliyorum. TXT'nin Anitta ile performansı ise bir süre önce ilgimi yitirdiğim bu gruba tekrar merak duymamı sağladı, harikaydı.


Ödüllere gelecek olursak... VMA birkaç teknik kategori dışında hayran oylarına göre veriliyor, yani üstüne yorum yapmak pek mümkün değil. Sanatçılar da bu sebeple törene pek teşrif etmiyorlar zaten, hayran gücü yüksek isimler karşısında hiç şansları yok çünkü. Ben yine de birkaç kategori hakkında konuşacağım. Ice Spice'ın En İyi Yeni Sanatçı'yı kazanması kimseyi şaşırtmamıştır, kendisi yılın en çok ses getirenlerindendi. En İyi İşbirliği'ni Rema ve Selena Gomez işbirliği Calm Down'ın kazanmamasının hiçbir açıklaması yok bence, çıkışının üstünden ne kadar zaman geçmesine rağmen nereye gitsek bu şarkıyı duyuyoruz. En azından En İyi Afrobeats Şarkısı Ödülü'nü kazandılar da geceden ödülsüz dönmüş olmadılar. Yılın Grubu Ödülü'nü Blackpink aldı ki ödülü daha önce hiç almamışlar, buna çok şaşırdım. En İyi K-Pop Ödülü'nü ise törende performansını sergiledikleri S-Class şarkısıyla Stray Kids aldı, bunun grup adına önemli bir fırsat olduğu kesin.


Yazının başındaki fotoğraftan da anlaşılacağı gibi geceye adını kazıyan isim Taylor Swift'ten başkası değildi. Taylor, sahip olduğu 11 adaylığın 9'unu kazandı. Kariyerinde eşsiz bir yeni zirve noktası yaşayan Taylor'dan başkasının Yılın Sanatçısı'nı alacak hâli yoktu tabii, buna bir lafım yok. Ancak neredeyse tüm ödüllerin kendisine gitmesi büyük Taylor Swift hayranları dışındaki izleyici için bunaltıcı oluyor. Mesela listede Flowers ve Kill Bill gibi şarkılar varken Yılın Şarkısı'nın veya Yılın Videosu'nun Anti-Hero olduğunu düşünen var mı? Yine de bu kategoriler hayran oylarıyla seçildiği için kabul edilebilir, ancak profesyonellerce seçilen En İyi Yönetmenlik ve En İyi Sinematografi'nin de Anti-Hero'ya gitmesi biraz abartı oldu. Bu gibi durumlarda bazı ödüllerin törene katılacak kişilere göre ayarlandığı belli oluyor. Taylor ödülleri dışında törende baştan sona kalan nadir ünlülerden olması ve sürekli dans ederek eğlenmesiyle de internette epey konuşuldu. Selena Gomez'in tepkileri ve mimikleri de tıpkı arkadaşı Taylor Swift'te olduğu gibi paylaşıldı durdu. Bence kendisinin tavırları oldukça eğlenceliydi.


Ve 2023 MTV VMA benim için böyleydi. Uyumadığıma değdi mi? Hayır. İzlediğim için pişman mıyım? Eh, bu da hayır. Son olarak törenle alakalı olmasa da dikkatimi çeken bir durumdan bahsetmeden edemeyeceğim. Törenin ABD yayınındaki reklam aralarında kanalda sıklıkla ilaç reklamları döndü ve bahsi geçen ilaçlar pastil ya da takviye ürünleri değildi. Örneğin Lady Gaga migren için bir ağrı kesicinin reklamında oynuyordu. Türkiye'de böyle bir durum olmadığı için her seferinde şaşırıyorum, nasıl izin veriliyor buna? Tamam, ilacın olası yan etkilerinden bahsediliyor ama yine de mantığını bir türlü anlayamıyorum.

20 Ağustos 2023 Pazar

Geride Kalanlar

Pazar, Ağustos 20, 2023 16
Geride Kalanlar

Bu satırları yazmayı hiç istemedim. Ne kadar geçiştirsem de, istemesem de birkaç ay ortadan kaybolduktan sonra hiçbir şey olmamışçasına geri dönmek olmazdı. Zaten ileride buralara dönüp bakınca geçmişteki beni hislerini, yaşadıklarını bastırıp yok saymış bir şekilde bulsaydım biliyorum ki kendime çok kızardım.


Mayıs ayında dedemi kaybettik. Dönüp baktığımda hâlâ inanasım gelmiyor; sanki ebedi bir uykuya değil de köydeki kahveye, arkadaşlarının yanına uzun bir ziyarete gitmiş de geri gelecek gibi hissediyorum. Yokluğu her gün yüzüme yüzüme çarpıyor, ardında bıraktığı eşyalar ve bana onu hatırlatan küçük şeyler canımı daha da yakıyor. Hani dizilerde dizinin yaşça büyük, emektar oyuncusu jeneriğin sonunda "ve ..." şeklinde yer alır ya, benim hayatım bir dizi olsa jeneriğin o kısmı tam olarak dedeme ait olurdu işte, öyle bizim bir ilişkimiz vardı. Okuma-yazmayı söküp öğretmenden kurdele aldığım gün okuldan beni o almıştı. Artık "Dedee, bana bunu okusana!" diye yüzüncü kez aynı kitabı okumayacağı torununa okumayı öğrenmiş hâliyle ilk okuma kitabını da o aldı. Ben de o kitabı hep özenle sakladım. Şimdi okuduğum bölüm, edinmeye çalıştığım kariyer ve bu blogda yazmamın da kocaman bir örneği olduğu en büyük ilgi alanım düşünüldüğünde; ilk kitabı onun bana alması çok simgesel ve doğru geliyor. Sanki onun karakterinin ve aramızdaki dede-torun ilişkisinin bir yansıması gibi çünkü o ilgi alanlarıma, başarılarıma, isteklerime hep saygı duydu ve iyi kötü her anımda beni sonsuz bir sevgiyle destekledi. 


Aradan geçen şunca zamanda bir gün bile onu düşünmediğim olmadı ama artık iyiyim. Bazen hiçbir şey bana keyif vermiyor ve derin bir çukura düşüyorum, bazen tüm bu olup bitene isyan ediyorum ama; iyiyim. İnsan devam etmek zorunda. Artık kimse beni "ilk göz ağrım" diye sevmeyecek, dedemle geçen güzel günlere bir daha asla dönemeyeceğim, yeni hatıraları da biriktiremeyeceğim belki ama biliyorum ki o yirmi üç seneyi kimse benden hiçbir koşulda alamayacak. Varlığım bile onun bana bir hatırasıyken bana kattıklarını, yaşattıklarını, hissettirdiklerini unutmaya niyetim yok. Tüm benliğimle ona sahip çıkacağım, kendi yaşantımda da bunu uygulayacağım. Onun anısını hislerimi bastırmadan yaşatarak devam edeceğim.


Burası onun hayatta olduğu o güzel günlerde donup kalmıştı, bu süreçte biraz da bu yüzden buralara bir şeyler yazmak istemedim. Bundan sonra yavaş yavaş da olsa buraya dönmeyi istiyorum. Bu süreçte cevaplayamadığım yorumlar ve mesajlar için beni mazur görün lütfen.

5 Nisan 2023 Çarşamba

Sinema Üzerine Sohbet

Çarşamba, Nisan 05, 2023 11
Sinema Üzerine Sohbet


Son zamanlarda sinema adına heyecan uyandıran gelişmeler yaşanıyor. Çok iyi getirisi olacağına inanılan bazı iddialı filmler gişede çakılıyor, düşük bütçeli ancak orijinal filmler gişede büyük karşılık görüyor. Hâl böyle olunca yapımcılar dev filmlerin seyirciyi kendine çeken bir yanı olması için çabalıyor, karşımıza John Wick: Chapter 4 ya da Top Gun: Maverick gibi sinematik anlamda doyurucu işler çıkıyor. Öte yandan Ant-Man and the Wasp: Quantumania veya Black Adam gibi filmler marka değerinin ya da oyuncunun her şey olmadığını gösteriyor.


Yakın zamanda vizyona giren M3GAN, Scream VI ve Cocaine Bear gibi filmlerin iyi geri dönüşlerinin yanı sıra vizyon takviminin ilerisi de göz dolduruyor. Özellikle yaz aylarına yaklaştıkça hem popüler sinema hem bağımsız sinema dikkatleri üstüne çeken işlerle dolu. Greta Gerwig’in yönetmen koltuğuna oturduğu; fragmanı ve yayınlanan fotoğraflarıyla geçtiğimiz günlerde interneti sallayan Barbie, bu senenin en çok heyecan uyandıran işlerinden biri mesela. Christopher Nolan'ın Barbie ile aynı gün vizyona giren Oppenheimer'ı da yaz sıcağında sinema salonlarının dolu olacağını şimdiden gösteriyor gibi. Midsommar ve Hereditary'nin yönetmeni Ari Aster'ın yeni filmi Beau is Afraid'in yanı sıra Wes Anderson'ın yeni filmi Asteroid City de ünlü yönetmenlerin dikkat çeken diğer işlerinden.


Seri filmlerden Indiana Jones and the Dial of Destiny'nin Cannes'da açılışını yapmasına artık sayılı günler kaldı. Yılın sonlarında yayınlanacak Dune: Part Two ve The Hunger Games: The Ballad of Songbirds and Snakes gibi filmleri saymıyorum bile. Marvel'ın izleyicide heyecan uyandırma potansiyeli olan filmlerinden Guardians of the Galaxy Vol. 3 önümüzdeki ay vizyona giriyor. Animasyon cephesinde de işler yolunda. Merakla beklenen Spider-Man: Across the Spider-Verse yazın sinemaları renklendirecek. Pixar'ın Elemental'ı yolda, Your Name'in yönetmeni Makoto Shinkai'ın yeni filmi Suzume ise mayıs ayında Türkiye'de vizyona giriyor.


Başka Sinema bizleri her zaman olduğu gibi festival filmlerine doyurmaya hız kesmeden devam ediyor. Hafta sonu başlayacak İstanbul Film Festivali'ne bilet fiyatlarının cep yakması ve zaman uyuşmazlığı sebeplerinden gidemeyecek olsam dahi izlemek isteyeceğim filmleri sonradan vizyonda yakalayabileceğimi düşünüyorum. Şimdilerde gözüm geçen sene Cannes'da Jüri Ödülü'nü EO ile paylaşan Le otto montagne ve festivalde yarışan Tchaikovsky's Wife'ta. 


Reddit'te frostkaiser nickli kullanıcının paylaşımından alınmıştır.


Ama popüler sinema bazında bir sıkıntı yok değil. Gerek vizyon filmleri gerekse gelecek filmler; devam filmleri ve yeniden çevrimlerden geçilmiyor. Yakın zamanda Shrek 5, 2016'da yayınlanan Moana'nın live-action versiyonu, Harry Potter filmlerinin HBO'da dizi formatında yeniden çevrimi duyuruldu. Yüzüklerin Efendisi'nin prodüksiyon aşamasında işleri var. John Wick'in gelecek sene vizyona girecek bir spin-off filmi var ancak son filmin başarısından sonra serinin devamının geleceğini tahmin etmek pek de zor değil.


Disney zaten kocaman bir spin-off ve yeniden çevrim fabrikasına dönüştü. Biz Toy Story'nin öyküsü tamamlandı zannederken şirket 5. filmi duyurdu. Çok sevilen Frozen ve Zootopia'nın devam filmlerinin gelmemesi şaşırtıcı olurdu. Biz bunları konuşurken bir yerlerde Marvel'ın Sinematik Evreni yeni yapımlara onay veriyor. Marvel dışında DC ve Star Wars gibi dev evrenler de tam gaz devam ediyor tabii.


Hâl böyleyken dünya çapında en çok hasılat yapan 10 filmin 6'sının devam filmi, 1 tanesinin yeniden çevrim filmi; animasyonda ilk 10'un 7'sinin devam filmi, 1'inin yeniden çevrim filmi olduğu bilgisi kimseyi şaşırtmayacaktır. Deep'in geçen sene Oscar adaylıkları hakkında yazdığı yazıda bahsettiği gibi, Amerikan sineması özgün içerik konusunda kan kaybediyor.


Tabii ki sektörün bu ağırlıkta ilerlemesi tesadüf değil; çünkü yeniden çevrimler, devam filmleri çok ciddi derecede iş yapıyor. Hatta devam filmleri genellikle öncül filmlerinden daha fazla hasılat yapıyor. Ama buradaki asıl sorun şu: Yapımcılar parayı gördükçe seri ruhunu yitirip kitlesinden kendini soğutana dek devam filmi çekmeye devam ediyor. Matrix'in 4. filminde geçtiği gibi, stüdyolar serilerin yaratıcıları olsa da olmasa da bu işleri bir şekilde devam ettiriyor, o yapım artık yaratıcısının elinden çıkıyor. Evet, kabul ediyorum, bu sistemde iyi işleri de fazlasıyla izliyoruz. Ama 1 iyi iş için 5 farklı kötü iş izlememiz gerekiyor. Devam filmleri gişede dibi boylayıncaya ya da eleştirmenler tarafından yerden yere vuruluncaya kadar dibi sıyrılıyor, sonrasında da seriler yeniden canlandırılıyor. Tam da bu yüzden, pandemi öncesinde yayınlansa hasılat garantisi olacak filmlerin vizyonda sürünmesi gerçeğinin emekçiler adına olmasa dahi sinema adına olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyorum.


Bir yandan artık dünya sinemasına göz yumulmuyor oluşu ve Hollywood dışı sinema sektörlerinin dünya çapında hızlı yükselişi bizlere sadece bağımsız sinema festivallerinde değil, Oscar serüvenlerimizde bile bambaşka hikâyeler, bambaşka anlatı tarzları izleme şansı sunuyor. Sanırım beni en çok heyecanlandıran da bu çünkü hele insan bir de Türkiye gibi bir ülkede yaşayınca sinemaya verdiği para için kırk kez düşünmesi gerektiği için yatırımı doğru yere yapmak gerekiyor.


Bu yazı pek de bir sonuca bağlanmayacak gibi, çünkü bu işin dengesinin nasıl kurulabileceğine dair hiçbir fikrim yok. Eh, yazının başında sinema adına olumlu gelişmelerde bir sürü devam filmini saydıktan sonra devam filmleri yapılmasın diyecek hâlim de yok zaten. Ben sadece olağanüstü durumların yol açtığı sonuçlarla, deneme yanılmayla olan biteni gözlemleyebiliyorum ve kendi hâlinde bir sinemasever olarak fikirlerimi yazıyorum, çözümü de artık stüdyolar düşünsün :)