Mustang (2015) - vulnicure

28 Şubat 2016 Pazar

Mustang (2015)

Yönetmen: Deniz Gamze Ergüven
Senaryo: Deniz Gamze Ergüven, Alice Winocour
Oyuncular: Güneş Nezihe Şensoy, Doğa Zeynep Doğuşlu, Tuğba Sunguroğlu, Elit İşcan, İlayda Akdoğan, Nihal Koldaş, Ayberk Pekcan, Burak Yiğit
Süresi: 97 dakika
IMDb puanı: 7,6
Ülke: Fransa, Türkiye

Yazı filme dair spoiler içeriyor, bunu bilerek okuyun lütfen :)

Ankara'da doğan ancak Fransa'da büyüyen yönetmen Deniz Gamze Ergüven'in ödüllere doymayan Mustang'ini izlemeden önce çok büyük beklentiler içerisindeydim. Toplumun özellikle genç kızlara olan baskısını ve ülkemizde gerçekten var olan pek çok sorunu Karadeniz'de muhafazakar babaanne ve amcalarının yanında yaşayan beş kız kardeş üzerinden ele alan filmin özellikle konusu ilgimi çekmişti. Hele ki bir kadının elinden çıkmış olması ve özellikle yurt dışında bu kadar ilgi görmesi... Ve üstüne üstlük, Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ına aday oldu bu film. İnebolu'da çekilmiş olması, oyuncularının tamamen Türk olması ve filmin de Türkçe olmasına rağmen Fransa'dan aday olduğunu da belirtmeden geçmemek gerek. (Türkiye'deki kurul Sivas filmini aday adayı göstermişti)

Böylece daha izlemeden ister istemez gencecik oyuncularla ve Deniz Gamze Ergüven gurur duydum. Bir kadın olarak ülkemizde baskının ne olduğu hakkında onlarca fikrim var, burada hepsini yazmama pek de lüzum olmadığını düşünüyorum. Ancak filmde, sanki daha önce hayatlarında hiçbir şekilde baskı yaşamamışçasına bulundukları ortamda epey farklı kalan beş kız kardeş var. Hikayeden gördüğümüz kadarıyla bu kızlar hep oradalarmış ve epey uzun zaman önce ailelerini kaybetmişler, ancak yaşanılanlar adeta oraya yeni gelmişler gibi. Ne yazık ki, özellikle muhafazakar kesimlerde daha çocuklar doğdukları anda o "ahlak eğitimi" başlar, "ahlak bekçiliği" de devam eder. Yani dürüst olmak gerekirse ben kızların niçin bu kadar yabancı olduklarını anlayamadım.

Çoğu kişi oyuncuların ne kadar doğal olduklarını ve bu faktörün filmin gerçekçiliğini ne kadar artırdığını belirtmiş. Buna katılmıyorum, aksine oyuncuların performanslarını sevmedim. Umarım ileride çok iyi yerlere gelirler, ancak bu filmde bana pek yeterli gelmedi. Ayrıca keşke bakış açısı küçük kardeşle sınırlandırılmasaydı, diğer kardeşlerin karakter derinliği bizlere verilmedi. Oysa hepsi birbirinden iyi karakterlerdi ve hepsinin kendine özgü pek çok yanı vardı. Filmdeki en çok hoşuma giden yer fonda Bülent Arınç'ın o meşhur "Haya meselesi çok önemlidir. Haya, utanma duygusu. 'Yüzüne baktığın zaman yüzü kızarıyorsa'. Hadis-i şerif öyle diyor, haya güzeldir. Kadında olsa daha da güzeldir. Sadece kadın için değil, erkek için, bütün mahlukat için haya diye bir şey var. Erkekler için de haya vardır. Yalan söyleyemez, mahcubiyet ifade edecek bir söz söylemeye kalksa yüzünü yere bakar. Nerede öyle yüzüne baktığımız zaman yüzü hafifçe kızarabilecek, boynunu öne eğebilecek, gözünü bizden kaçırabilecek iffet sembolü haya sembolü kızlarımız. Hamd olsun burada çok var da Allah bütün yavrularımıza bunu bağışlasın. Çünkü hadis öyle diyor; 'Utanmıyorsa ne istiyorsan yap.' Ne istiyorsan yapacaksan önce utanma duygusunu atacaksın. Atamayız, utanacağız arkadaşlar. Haya duygumuz olacak. İffet çok önemli. İffet sadece bir isim değil kadın için de bir süstür iffet, erkek için de bir süstür. İffetli olacak erkek de olacak, zampara olmayacak, eşine bağlı olacak, çocuklarını sevecek. Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak, bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak. Şimdi bunu birileri söylediği zaman 'ya bu adam hangi dilden konuşuyor' diyebilirler. Bu kadar değerlerimize yabancılaştık bugün." konuşmasını yeğenlerine tecavüz eden ancak ahlak konusunda bir uzman olan amca ve kızların babaanneleri pür dikkat dinlerken, üçüncü kardeş Ece'nin küçük kardeşlerini güldürmesi üzerine sofradan kovulup intihar etmesi oldu. Anlamlı ve bir o kadar da güzel bir sahneydi.

Filmin ele almaya çalıştığı ve ne yazık ki "Dur bari şundan da biraz koyalım." tarzındaki kavramlar bize çok da güzel verilemedi. Kesinlikle tebrik ediyorum, çok önemli konular üzerinde durulmuş. Ancak bu konular kültürel ve sosyolojik olarak gerçekçiliğini, samimiyetini yitirecek şekilde ekrana yansıtıldığında ne yazık ki ortaya çok da beğendiğiniz bir iş çıkamıyor. Diyaloglar gerçekten garipti. Belki Türkiye'de yaşayan birkaç kişiyle paylaşılsaydı daha başarılı bir iş çıkardı ortaya. -bkz: besin değeri??? cidden mi?- Hatta çok garip bir şekilde ana karakter olan kızlardan birinin söylediklerini anlayamadığım için İngilizce altyazıdan kontrol etmek zorunda kaldım. Sanırım kız zaten Türkiye'de büyümemiş.

Belki Türkiye'de doğup büyümemiş olsaydım ancak böyle sorunların ve hatta daha beterlerinin yaşandığını bilseydim filmden çok daha keyif alırdım. Zaten detayları önemsemezseniz güzel bir film. Ancak işin aslını bilince cidden görüşleriniz değişiyor. Oyuncular, senaryo, olay örgüsü, karakterler ve onların gelişimleri gibi filmin mihenk taşı olan kavramlar üzerinde daha çok durulsaymış bu konu üzerinden ortaya bir başyapıt bile çıkabilirmiş aslında. Umarım pek çok kişiye ışık tutar bu çalışma, ortaya çok daha güzelleri çıkar. Aynı şekilde yönetmen de kendini gittikçe geliştirir diye umuyorum. Beni epey hayal kırıklığına uğratmış olsa dahi bu gece Oscar Ödüllerinde de başarılar diliyorum ekibe.

4 yorum:

  1. Harika yazmışsınız! Blogumda filme dair kısa bir eleştiri yazmıştım fakat hazır konusu açıldı devam edeyim.

    Sizin ilk tespitinize tamamen katılıyorum; Türkiye'nin neresinde olursanız olun, muhafazakar bir aile daha bebeklikten çocuklarını belli kalıplara göre yetiştirir. Aslında burada işi muhafazakarlığa da indirmek yanlış olabilir. Her aile küçüklükten belli kalıplara sokmaya çalışır bizleri. O yüzden kızların filmin başında fazla modern ve özgür görünmesi, aileninde "her ne hikmetse bu yaşa kadar ses etmemesi" ve bir anda (?), sadece bir komşu sözüyle evde "devrim" olması hiç inandırıcı değil. Zaten muhafazakar bir ailede o "sakıncalı" şeyler olmaz. Yönetmen öyle bir resmetmiş ki sanki aile yarı muhafazakarmış da bir anda "çıldırarak" koyu bir muhafazakarlığa geçmiş gibi duruyor.

    Oyunculukları ben de sevmedim. Doğal filan demek bence kolaya kaçmak. Büyük kısmı tıpkı yönetmen gibi "miş gibi yapıyor" oynarken. Hele o diyaloglar ve tonlamaları. "Bilmemne hanım, bilmemne hanım" diye seslenmeler vs. Hiç gerçekçi bulmadım maalesef. Anadolu'da en fazla teyze dersin, ana dersin. Hiç bulamazsan "bacı" derler. Ama Hatica Hanım demezler. Fransa kırsalında durum öyleyse onu bilemem !

    Film iyi niyetle yola çıkmış olabilir ama bence fazla "tribünlere oynamış". Tribünlerden kastım festival ahalisi. Özellikle de Fransız jürileri. Çünkü tam bir Fransız mantığıyla imgeler seçilmiş. Bu da filmi gerçekçilikten iyice uzaklaştırmış.

    Yerin dibine sokulacak bir film değil. Ama asla yere göğe sığdırılamayacak bir film de değil bence. Ödülü kazanmasını istemiyorum ne yalan söyleyeyim. Çünkü blogumda da dediğim gibi filmleri önemli kılan ne anlattıklarından ziyade nasıl anlattığıdır bana göre. Türkiye'deki kadın realitesini anlatıyor olsa da sinema dili olarak fevkalade zayıf bir film. Keşke daha güçlü bir film çıksaydı. Belki ülkemizde ona sahip çıkar ve birilerinin kulağına kadının adı giderdi. Kim bilir.

    Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Sizin yazınızı görmemiştim, hemen bakacağım. Burada da çok güzel değerlendirmişsiniz.

      Evet; nasıl yetiştirilirse yetiştirilsin ailelerde bir kalıba sokma durumu gerçekten var. Sadece muhafazakar aileler diyemeyiz buna. Filmde olan kesinlikle bir "devrim"! Bu noktada sorunu çok büyük.

      Benim bahsetmemiş olduğum bir nokta bu "tribünlere oynama" meselesi, bu konuda kesinlikle katılıyorum. Umarım yönetmenin gelecekteki çalışmaları bundan daha iyi olur.

      Filmin yarıştığı kategorideki rakiplerini izlemedim, ancak ben de kazanmasını doğru bulmuyorum.

      Ben teşekkür ederim :)

      Sil
  2. Canım ben de 5. Dlaga'yı izledim ve az önce sayfamda yorumunu paylaştım. Öpücükler gönderiyorum :)

    YanıtlaSil

Görüşleriniz benim için çok değerli :)