Bir bayram daha ne oldu ne bitti anlayamadan geçti gitti. Bu sefer tatil kısaydı, hava maalesef epey kötüydü ancak bunlara rağmen uzun zaman sonra ilk defa eskisi gibi bir bayram ortamı oldu. Hoş, bu iyi mi oldu kötü mü oldu bilemiyorum çünkü bizim ailede rahatsızlıklar başladı bile. 2 sene boyunca salgın kurallarını ciddiye aldım, insanlar bu konuda komplo teorisyenliği veya yersiz şakalar yaptığında kamu spotuvari hallere büründüm ama artık tedbirler azalıyor, insanlar toplu ortamlara maskeyle gidince gülüyor; ben de tek başıma koca salgına kafa tutamıyorum tabii. Yine de gittikçe gevşeme konusunda rahat da, mutlu da değilim. Evlere kapanalım demiyorum kesinlikle ama en azından maskeyi kapalı alanlarda hayatımıza entegre etmeye devam edelim, bundan gocunmayalım istiyorum. Gel gör ki bizim insanımızla bu iş zor. Ucunda hastalık olunca bile korkmuyorlar. "Ne olcak ki, bende bir şey yok." deyip geçiyorlar.
Bu bayram Ukrayna'dan misafirimiz geldi; kendisi 30 saatlik bir otobüs yolculuğu sonrası İstanbul'a ulaştı, 60 yaş altı erkeklere çıkış yasağı devam ettiği için eşi onunla gelemedi. Geldiği otobüs bomboşmuş çünkü otobüse bineceklerin kalkış noktasına giden trene saldırı olmuş, bu da Ukrayna halkının şu an içinde bulunduğu realiteye dair çok şey anlatıyor diye düşünüyorum. Sağlıklı ve dinç bir şekilde kendisini görmek; simültane çevirilerle Ukraynaca, İngilizce ve Türkçenin iç içe geçtiği uzun sohbetleri etmek çok keyifliydi. Savaş mevzularına girip can sıkmak istemesek de kaçınılmaz bir şekilde konu oralara geldi. Benim anladığı kadarıyla halk olarak her şeye rağmen gelecek günler için umutlular, ülkelerine ve birbirlerine her zamankinden daha fazla bağlılar. Kendi içlerinde sürekli yardımlaşma ve paylaşım halindeler ancak yine de yaşlıların ilaçları sıkıntı yaratıyor. Bizim misafirimiz, ki bakmayın misafir dediğime, kendisi ailedendir, Sovyet döneminde doğan bir Ukraynalı. Dolayısıyla yetişme çağında Rusça öğrenmiş, zaten Ukrayna halkı da genel olarak hep Rusça konuşuyordu. Şimdi kendi içlerinde de tamamen Ukraynaca konuşmaya geçmişler ve kendisinin arada kelimeleri bilmediği oluyormuş, bundan bahsetti.
Neyse, biraz da güzel şeylerden bahsedelim, sonuçta bu bir bayram yazısı. Ailemin çok özlediğim üyelerini uzun zaman sonra bir arada gördüm. Ankara'dan kuzenim geldi, aylar sonra tüm kuzenler oturup muhabbet ettik. Gece 2'de köydeki evde bulunan eski bir makinede yaptığımız köpüğü bulaşık köpüğünden hallice Türk kahvelerini içtik, her şeyden konuştuk. Daha ne isterim? :)
Bu bayram okuma düzenimi bozmamayı hedefleyerek yanıma 3-4 ince kitap aldım. Hepsini okumayı başaramadım, sürekli birileriyle ya da bir şeylerle meşgul olmaktan okumaya pek zaman bulamadım. Bir de köyde doğalgazda sıkıntı vardı, ev düzgün ısınmıyordu. Hava da soğuk olduğu için uyumadan önce bir şeyler okuyamadım. Bitirdiğim ilk kitap Harry Potter ve Azkaban Tutsağı'nın resimli baskısı oldu. Kitap çok büyük olduğu için yanımda taşımak istemiyor ve bayram tatilinden önce bitirmeyi hedefliyordum ancak yetiştiremedim. Yine de aradan çıksın istediğim için koca kitabı sırtladım, yanıma aldım. İyi ki de almışım, kitap Harry Potter filmlerini yeni izlemiş ve okumayı yeni yeni sökmüş küçük kuzenimin çok hoşuna gitti. Kitabın büyüklüğü ve yazıların onun kitaplarına kıyasla minikliği kendisini şoka uğrattı. "Kitaplar böyle olmaz ki!" diye söylendi durdu. Yorulana dek o bana okudu, sonra ben ona. Aslında o kendi getirdiği kitaplarını da bana okuyacaktı ama bayram günü pek zaman bulamadık. Başka zamana artık.
Azkaban Tutsağı bitince bu sefer Fitzgerald'dan Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi'ni elime aldım ancak daha ilk sayfalarda aklıma bende Caz Çağı Öyküleri'nin olduğu ve bu öykünün de kitapta olabileceği ihtimali geldi. Hemen araştırdım ve maalesef korktuğum başıma geldi, zaten bende olan bir eseri satın almışım :( En azından kitap kısacık bir şeydi, iki haneli bir sayı bile ödemedim diye avutuyorum kendimi ama kitap alışverişleri esnasında gaza gelip düşünmeden etmeden ekstra alınan ürünler konusunda açgözlülüğüme bir çözüm bulmam gerekiyor artık. Kitap ise ortaya sunduğu "hayatın en iyi kısmının en başta, en kötüsünün sonda olması" fikriyle çok güzeldi ama bu fikrin içeriğe oturması adına daha uzun olmalıydı sanki, öyle çok da hoşuma gitmedi.
Son olarak Alice Harikalar Diyarında'nın devam kitabı Aynanın İçinden'i okudum. Alice'i çocukken çok okudum, animasyonunu defalarca izledim ama bu ikinci kitabı ilk kez okuma şansım oldu ve bunca yıl sonra bir kez daha Alice'in hikayesiyle büyülendiğimi hissettim. İlk kitabın okuyucuya gösterdiği dünyanın yeri doldurulamaz olsa da bu kitabın getirdiği fikirleri bir ayrı sevdim. Alice unutuldukça açıp okunulası, çok özel bir kitap. Bunca esere ve sanatçıya ilham kaynağı olması boşa değil zaten.
Bu tatile sadece 2 film sığdırabildim: Harry Potter and the Prisoner of Azkaban (2004) ve Only Yesterday (1991). Harry Potter'ı artık ezberledik, filmden bahsetmeye gerek yok. Diğer film ise tüm hayatını Tokyo'da geçirmiş 27 yaşındaki Taeko'nun 10 günlüğüne kasaba yerine gidişini konu ediniyor ancak bu yolculuk kasabaya olduğu kadar Taeko'nun 10 yaşındaki kendisine de oluyor. Taeko geçmişi hatırladıkça yaşanmışlıklarını ve yaşanmamışlıklarını iyice anlıyor, tüm bunların bugününe etkilerini gözlemliyoruz. Studio Ghibli filmlerine has o duygu ve hayat dolu atmosfer de bu filmin de her bir karesini kucaklıyor. Yalnız bu film Miyazaki'nin değil, Grave of the Fireflies'tan hatırladığımız Isao Takahata'nın filmi. Ghibli'nin geri planda kalan ikinci elebaşı Takahata'nın derin sularda yüzen ve hayatı sorgulayan bu hikayesinde yönetmenin hikaye işleyişi konusundaki ustalığına bir kez daha şahit oluyoruz. Bu film beni tam da ihtiyacım olan bir zamanda buldu, Taeko'nun hikayesinde kendimi buldum. Bence hayatta bulunduğu konum itibariyle boşlukta hissedenler, gittiği yolda kaybolanlar ve yol arayanlar da aynı şekilde bu hikayeyi anlayacak ve içselleştireceklerdir.
İzlediklerim ve okuduklarım dışında bu 3 kitabı köyde teyzemle dayımın eski kitaplarını karıştırırken buldum, tozlu vitrinde çürüyeceklerine şanslarını benle denesinler dedim.
Bir akraba ziyaretinde muhabbet esnasında Livaneli'yi mutlaka okumam gerektiği önerisini almıştım, tam konuşmanın üstüne kitaba denk gelince hemen aldım. Gerçi bu kitap oldukça yeni yani teyzem kendi evinde yaşarken köye bırakmış, belli ki evde tutacak kadar önemsememiş. Umarım ben severim. 20. Yüzyıl Türk Edebiyatından Seçmeler ise zamanında bir gazetede dağıtılan antoloji serisiymiş, ben 5. kitabını buldum. Seri kaç kitaptan oluşuyor hiç bilmiyorum ama önceki kitapları burada yok. Bu tarz derlemeleri ön fikir olması açısından çok seviyorum. Son olarak bu kitaplıkta yıllardır dikkatimi çeken ama göz gezdirmekten fazlasını yapmadığım Ege Kültürü'nü aldım. Kitabın ismi içeriğini belli ediyor zaten.
Ve böylece bir bayram sezonunu daha kapattım. Umarım sizler de sevdiklerinizle sağlıklı, mutlu bir bayram geçirmişsinizdir. :)
Bu arada çok değerli Momentos, Radyo Momentos'ta benden ve blog komşularımdan bahsetmiş. Kendisinin keyifli anlatımıyla bizleri dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz. Momentos'a güzel sözleri ve desteği için bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum :)
Kapalı yerde ben de maske takıyorum hala. Dikkat etmek gerekir.
YanıtlaSilBayramda eşimin annesinin köyüne gittik beraber. Kuzenler, akrabalar derken kalabalıktı. Hava soğuktu ve biraz da rahatsız olunca sıkıldım açıkçası. Kalabalığı da pek sevdiğim söylenemez.
Only Yesterday'i görmüştüm ama henüz izlemedim. Çok güzel anlatmışsın ilgimi çekti. :) Kahve de harika görünüyor bu arada.
Kesinlikle katılıyorum. Zaten açık alanda gerek kalmıyor ve mevsim sebebiyle hep dışarılardayız, bari içeride düzgünce bu işi devam ettirebilsek.
SilBayramda havanın soğukluğu kötü bir denk geliş oldu maalesef. Herkes bahçelere, dışarılara çıktığında çok daha keyifli geçiyor kalabalık ziyaretler sanki :) Filmin ilgini çekmesine sevindim. Kahvenin tadı ise en az görünümü kadar güzeldi :)
Keşke savaşlar olmadan toplum olmayı, birlik olmayı öğrenebilsek.. Ama dünyanın her yerinde insanlar benzer davranışlar sergiliyor. Son 3 kitap ilgi çekici:) Mutlu haftalar:)
YanıtlaSilAh keşke, ama o günler bizlerden çook uzakta sanki. Size de mutlu haftalar dilerim :)
SilDolu dolu bir bayram olmuş. Benim için bayramın ilk günü dolu dolu geçmesine rağmen devamında bir hayli sakindi. :) Alice in kitabını geçen sene aldım. Çocukken okumadım şimdi o zevki alamayacağımdan korkuyorum. :)
YanıtlaSilBence Alice'in hikayesi her yaşta insana farklı hisler deneyimletiyor, şimdi okursan o zevkten mahrum kalmazsın :) Benim ziyaret ettiğim birkaç yer olduğu için böyle dolu oldu, yoksa benim de ilk günden kapanırdı bayram defteri :)) Hem sakinlik de güzel.
SilKapalı yerlerde maske takmaya bende devam ediyorum ve çok kalabalık olabilecek yerlere de gitmemeye özen gösteriyorum. Çantamda bi paket maske gezdirip otobüste takmayanlara da "Ay durun maskeyi unuttunuz galiba bende var deyip" kibarca uzatıveriyorum. Takmak zorunda kalıyorlar. :D Ah bu pandemi beni ne hallere getirdi.
YanıtlaSilBenjamin Button'un önce filmini izlemiştim. Bi kaç sene sonra da kitabı sipariş etmiştim. Kitap gelince şoka girdim. 40 sayfalık şeyi üç saate nasıl yaymışlardı öyle. :)
Ah birde keşke bizim köy evlerinde de birileri kitap unutsa da dönerken yanıma alabilsem, resmen kıskandım.
Süper taktikmiş bu, aklıma yazayım :) Toplu taşımada hala maske takmayanların olmasını aklım almıyor, sizin uyarmanız hiçbir şey bence.
SilAynı duruma ben de çok şaşırdım :)) Kitap kısacıktı, nasıl o kadar uzun film çekilmiş öyle.
Köydeki kitaplıktan eve az kitap aşırmadım, çok seviyorum cidden orayı :) Umarım sizin için de böyle bir yer olur o halde. :)
Ben de korkuyorum hala. Bayram öncesi 1 mayıs için Gündoğdu'daydık. Kalabalık içinde. Ertesi gün anneme gittiğimde kimseyle temasta bulunmak istemedim ama birşey olmaz dediler. Bu bayram çok karışıktı benim için. Bir harala gürele, hava kötü, araba bozuldu (bayram sabahı) fena bir migren krizi yaşadım. neyse bitti....
YanıtlaSilBizde de durum aynı, yaşlılar hep bir şey olmaz ile geçiştiriyor. Hava durumu da migreni tetikleyebiliyor diye duymuştum, çok geçmiş olsun. Aksilikler hep üst üste gelince keyifsiz ve hızlıca geçip gidiyor böyle günler. Neyse bitmiş sahiden de :))
Silonly yesterday en sevdiklerimden diyebilirim. takahataaa :) prenses kaguya en sevdiğim anime film :) totoro ile birlikte :) kitaplar hepsi iyimiş. aynanın içinden okuyayım ben de en kısa zamanda :) demek öbür kitapta da başka öyküler de varmış, sadece button değil :) ukraynalı akraba ilginçmiş :) eveey akrabaları görmek en güzeliiii :)
YanıtlaSilSenin de böyle düşünmene sevindim :) Ben Kaguya'yı henüz izleyemedim ama Totoro'ya bayılıyorum. Aynanın İçinden'i tavsiye ederim, sen seversin bencee :)
SilÇok teşekkür ederim :)) Sorumluluk çok doğru bir kelime seçimi, dediğin gibi istemediğimiz zamanlarda bile toplum için, sevdiklerimiz için bazı fedakarlıkları yapmak gerekiyor. Toplu taşımada maske zorunluluğu kalktı mı bilmiyorum ama metroda -veya izbanda :D- 15-20 dakikalık yolculuk için dayanamamak saçmalık bence.
YanıtlaSilEvet, Alice derleme masal kitaplarında da kendine çok yer bulurdu :) Bende de vardı bir sürü versiyonu, hepsi kendini aynı heyecanla okutuyordu. Senin blogunun o ismine hiç denk gelmedim :)) Ama evet, kitap vs. ile sınırlamak sonradan pişmanlık yaratabiliyor. Filmi de keyifle izlersin umarım :))
Savaşan bir ülkede yaşamların nasıl etkilendiğine ilk elden tanık oldum. Erkeklerin ülkeden ayrılmaları savaşa gitmek için hepsinin potansiyel asker olduğu anlamına geliyor. Endişe ve korkunun içinde yaşamak nasıl zordur kim bilir.
YanıtlaSilBayram trafiğinde kitap ve filmlere zaman ayırmak kolay olmamıştır. Only Yesterday'de geçmiş ve şimdiyi harika kotarmışlar, keyif alarak izlemiştim. Yönetmenin birkaç filmini daha izlemişim. İzlemediklerime odaklanmaya karar verdim şimdi. :)
Evet, tam dediğiniz gibi. Şimdilik herkes savaşa çağırılmıyor ancak anladığım kadarıyla gidişat kötü olması ihtimaline karşılık eli silah tutabilecek erkek vatandaşların ülkede kalmasını istiyorlar. Sahiden çok zordur, bir de bu korkunçluğa alışma gerçeği var ortada.
SilKesinlikle katılıyorum, diğer filmlerini izlemek benim de planlarım arasında :) Yorumunuz için teşekkür ederim.
Tüm kuzenler bir araya gelip, doyulmaz bir sohbet etmek gibisi yoktur :)
YanıtlaSilDeğil mi ama? :))
SilGüzel bir bayram geçirmişsin. Yazın da dolu dolu. Keyifle okudum.
YanıtlaSilLivaneli'yi çok severim. Neredeyse bütün kitaplarını okumuşumdur. Konstantiniyye Oteli bence en iyilerinden değil ama yine de ortalamanın üstünde. Yazarın Leyla'nın Evi, Son Ada ve Kardeşimin Hikâyesi kitaplarına da şans vermeni isterim.
Alice nedense benim çok sevdiğim bir kitap olmadı. Tabii bunda kitabı 35 yaşımda okumamın da etkisi olabilir :-) Çocukken okusaydım büyüleyici dünyadan daha çok etkilenebilirdim.
Çok teşekkür ederim Şule abla :) Beğenmene sevindim.
SilKardeşimin Hikayesi en çok duyduğum kitabı yazarın, o aklımda. Elimdekini bitirdikten sonra senin önerilerine de mutlaka bakacağım. Alice'i sevememene üzülmedim değil :( Ama herkese hitap edecek değil sonuçta.