Oscar 2022 Filmleri Maratonu #3 - vulnicure

9 Mart 2022 Çarşamba

Oscar 2022 Filmleri Maratonu #3



Merhabalar,

2022 törenine aday olan Oscar filmlerini izlemeye devam ediyorum. Bu süreçte görüşlerimi yazdığım filmleri okumak için bu linke tıklayabilirsiniz.

Etkinliğe katılan blogların çoğu ya filmleri bitirdi, ya da bitirmek üzere ancak benim bu yazının yazıldığı tarih itibarıyla izlemeyi planladığım 6 film daha var. Aslında ilk haftalarda hızlı bir başlangıç yapmıştım ancak geçtiğimiz haftalarda yaşananlar beni istemsizce yavaşlattı, filmlere başlasam da bir türlü kafamı veremeyince izlemeye devam edemedim pek çoğuna. Törene daha zaman olduğunu düşününce kalanları yetiştirmek yine de zor olmaz gibi duruyor ama bakalım, yetişebilecek miyim hep birlikte göreceğiz.


THE LOST DAUGHTER

Adaylıklar: En İyi Kadın Oyuncu (Olivia Colman), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Jessie Buckley), En İyi Uyarlama Senaryo (Maggie Gyllenhaal)

Elena Ferrante'nin aynı adlı romanında uyarlanan film, bir profesörün tek başına gittiği yaz tatilinde karşılaştığı genç bir anne ile tanışması sonrası kendi geçmişi üzerine yaptığı içsel yolculuğu ve hesaplaşmayı konu ediniyor.

Maggie Gyllenhaal'un ilk yönetmenlik denemesi olan film annelik üzerine düşünceleri zorlayan, hatta yerle bir eden oldukça cesur bir iş. "Annelik" her kesimde tartışmalı bir konu ancak bu film anneliği kutsal görenlere bambaşka bir bakış açısı sunuyor. Kadın hikayelerini kadınların elinden izlemeyi, okumayı her zaman daha çok sevmişimdir. Bizim toplumumuza "ters" bir kadının en ufak bir dramatize etme durumu olmadan, sade ve objektif bir şekilde işlendiği The Lost Daughter tam da bu kategoriye uyan bir filmdi. Bir anne olmasam da anneliğe, kadınlara yüklenen sorumluluklara ve bu sorumlulukların kadınları ittiği tükenmişliğe dair ufkumu açtığını söylemeliyim.

Aslında izlerken filmin bittiği yeri pek de sevememiştim ancak izledikten sonra film üstüne düşününce olması gereken sonun bu olduğunu fark ettim çünkü bu son Leda'nın çocuklarına neden döndüğünü açıklayışıyla tam bir bütünlük sağlıyor. Filmin sonu bu sebeple olması gerektiği gibi ancak Dakota Johnson'ın karakteriyle olan hesaplaşma hala havada kalmış bir vaziyette benim için. Gürültücü ailenin erkeklerinin hikayeye kattığı gerilim unsurları izleyiciyi hep tetikte tutsa da filmle bağlantısını her an aynı şekilde koruyamıyordu ne yazık ki.


CRUELLA

Adaylıklar: En İyi Kostüm Tasarımı, En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı

Disney, Malefiz'le başlattığı kötü karakterlere iade-i itibar projesine geçtiğimiz yıl Cruella ile devam etti. Film, 101 Dalmaçyalı'nın kötü karakteri Cruella de Vil'in geçmişini ve onu bir "villain" olmaya iten süreci anlatıyor.

Karakter dinamikleri sebebiyle The Devil Wears Prada'yı fazlasıyla anımsatan film, Oscar filmleri arasında nefes aldıran çok eğlenceli bir ara durak oldu. Hikayesi bir Disney filminden beklediğiniz şekilde ilerlese de bunu şaşaalı kıyafetler ve çekişmeli moda dünyası üzerinden işleyişi filme ayrı bir hava katıyor. Filmin 70'ler punk ve glam estetiğine katkısı büyük müzik seçimlerine ayrı bir parantez açmamak olmaz. Kendi içinde bütünlüğünü hiç bozmayan bu eğlenceli filmin adaylıklarını kazanmasını çok isterim.


NIGHTMARE ALLEY

Adaylıklar: En İyi Film, En İyi Sinematografi (Dan Laustsen), En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En İyi Kostüm Tasarımı

1946 yapımı aynı adlı filmden uyarlanan Nightmare Alley, bir karnavalda öğrendiği manipülasyon yeteneği sonrası bu yeteneğini 1940lı yılların seçkin sosyetesi üzerinde kullanarak büyük başarı elde eden hırslı Stan'in hikayesini anlatıyor. Stan kendisinden bile büyük bir manipülatör olan psikiyatrist Dr. Lilith Ritter ile tanıştıktan sonra çok daha büyük bir işbirliğine girişiyor.

Kara filmlere bayılırım, 40'lara dair tek sevdiğim şey o dönemin noir filmleridir hatta. O yüzden konusu ve kurduğu karnaval dünyasının müthiş görünümüyle bu filmi çok seveceğimi düşünerek izlemeye başlamıştım ancak maalesef izlerken hem sıkıldım, hem de yoruldum. Bu film daha kısa bir süreyle de derdini aynı şekilde, hatta çok daha etkili anlatabilirdi diye düşünüyorum. Prodüksiyon tasarımı yüksek bütçesinin hakkını verecek şekilde başarılı, filmin ilk yarısındaki karnavaldan görsel bir keyif almamak elde değil, oyuncular da iyi ancak tüm bunlar bile beni filmin içine bir türlü çekemedi. Senaryo akmıyor sanki filmde, sahip olduğu yavaş tempoyu hiç bozmuyor. Filmin ikinci yarısı ise tamamen psikolojik çözümlemelerle dolu bir gerilim havasında ilerliyor, özellikle son yarım saat filmi zirveye taşıyıp tüm taşları yerine oturtuyor. İki yarı arasındaki kopukluğa rağmen ben ikinci yarıyı daha çok sevdim, Bradley Cooper ve Cate Blanchett'in karakterlerinin karşılıklı manipülasyon savaşlarını izlemek müthiş keyifliydi.


LICORICE PIZZA

Adaylıklar: En İyi Film, En İyi Özgün Senaryo (Paul Thomas Anderson), En İyi Yönetmen (Paul Thomas Anderson)

Licorice Pizza, 70'li yıllarda 15 yaşındaki bir çocuk oyuncu Gary ve ondan 10 yaş büyük Alana'nın tanışması ve bu tanışıklığın ikilinin hayatlarına etkilerini konu ediniyor.

Bu filmin 3 dalda adaylığı beni izledikten sonra şaşırttı çünkü Licorice Pizza, diğer aday filmlere bakınca daha çok kafa dağıtma filmi havasında. Bir dönem filmi olarak konu edindiği dönemi çok iyi yansıtıyor ancak bu film baş karakterlerin yaş farkıyla beni biraz rahatsız etti. Bence aynı dinamik daha yakın bir yaş aralığıyla kurulabilirdi. Bu durum beni istemsizce uzak tutuyor filme çünkü bahsettiğim gibi olsaydı bu filmden çok daha keyif alırdım diye düşünüyorum. Hayatın farklı safhalarında olan iki gencin ilk aşklarıyla özgürce gezip tozarak maceralara atılması ancak hayatta durdukları yer itibariyle farklı ideal ve düşüncelere sahip olması, yine de birbirlerinden kopamaması benim zaafım olan coming-of-age filmler için müthiş bir konu. Yaş farkı mevzusunu geçersek filmin kurduğu neşeli dünyayı ve Alana'nın yetişkinliğe geçiş sürecinde yaşadıklarını nostaljinin pembe gözlüklerinin arkasından izlemek bana çok keyif verdi. 

İlginç bir şekilde filmin adını gösteren hiçbir şey filmde yok, bahsi de geçmiyor. Licorice Pizza meğerse o dönemin California'sında yönetmenin de sıkça gittiği meşhur bir plak dükkanının adıymış. Bu dükkan da filmde hiçbir şekilde yer almıyor ancak Licorice Pizza ismi yönetmen Paul Thomas Anderson'a gençliğini hatırlatıyormuş ve ona göre filmde geçen hikayenin ruhunu çok iyi yansıtıyormuş. Film tam da böyle işte. Başkaları için en ufak bir anlamı olmayan iki kelime bir kişinin büyüme çağını temsil edip bir anda onu o zamanlara götürüyor. Bu açıdan filmin Paul Thomas Anderson için kişisel olduğu ve onun tecrübelerinden şekillendiği çok belli, 70'lerden çok onun dünyasına gidiyor gibi hissettiriyor kendini. Film, yönetmenin gençliğinden büyük ilham aldığı için çok gerçekçi ve izleyiciyi karakterlerin yanında hissettiren bir yapıya sahip. Aday kategorilerinde çok güçlü olduğunu düşünmüyorum ancak keyifli bir gençlik hikayesi izlemek isteyenlerin kaçırmaması gerek.


RAYA AND THE LAST DRAGON

Adaylıklar: En İyi Animasyon

Kumandra adlı gizemli bir diyarda ejderhalar ve insanlar uyum içinde, huzurlu bir yaşam sürmektedir. Ancak Druun istilası sonrası bu uyum bozulmuş, ejderhalar dünyayı kurtarmak için kendilerini feda etmiştir. 500 yıl sonra bu istilanın tekrar başlamasıyla beraber Raya adlı kız yaşadığı diyarı ve insanlarını kurtarmak için yollara düşer.

Filmin Güneydoğu Asya kültürlerine dayanıyor oluşu ve müthiş çizimleri ortaya bir görsel şölen çıkarsa da hikayesiyle pek ön plana çıkamıyor. Bana yer yer Avatar: The Last Airbender ve hatta My Little Pony'yi anımsattı ancak film olmasının verdiği dezavantajla onlar kadar detaylı alt metinlere sahip değildi. Bence Oscar'da aday olduğu kategoride de güçlü adaylardan biri değil.

Filmin Letterboxd sayfasında "Disney filmlerinin hepsinin iyi olmadığını anladığınızda yetişkin olmaya başlıyorsunuz." diye bir yorum okudum ve katılmadan edemedim. Yine de izleyenin pişman olacağını düşünmüyorum. Animasyon izlemeyi sevenlerin ortaya çıkan büyülü dünyayı görmek için bile izlemesi gerekli.

10 yorum:

  1. Sen de baya ilerlemişsin filmlerde... Zaman daha var, o sebeple yetişir diye düşünüyorum. Ben de hızlı hızlı yazmaya başladım filmleri, yazma hızım izleme hızıma yetişmedi maalesef :))

    The Lost Daughter benim için de su gibi aktı ve evet annelik kavramını farklı bir açıdan sorguladı. O gürültücü kalabalık ailenin gerginliği sanırım sadece ana karakterimizin sorgulamasını hızlandırmak içindi ama sonuca bağlasaydı evet daha şık olabilirdi.

    Cruella filmini daha önce izlemiştim ben. Ve o yanan elbiseyle giriş favori sahnem. Hala açar açar izlerim :))

    Nightmare Alley filminde benim de o karnavalın mistik sahneleri daha çok hoşuma gitti ve keşke o mistiklikte kalsaydı dedim. Final ise sanki zorlama hissiyatını yarattı bende. Böyle fikir kesişmelerimiz beni mutlu ediyor, farklı bir yönden bakmamı sağlıyor filme ;)

    Lacorice Pizza'da keşke o plak dükkanını da verseydi... Bir yerlerde uğrasalardı, ne bileyim koşarken o dükkanın önünde buluşsalardı :))) Daha şık bir gönderme olurdu ;)

    Animasyonlara henüz dalamadım. Uluslararası filmlere bile başlayamadım daha. Zaman var, belki onlara da başlarım bu arada...

    Keyifli izlemelerin olsun ♥

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, sonradan vize haftama sarkar diye korkup hızımı artırdım tekrar :D Siz çok detaylı yorumlar yapıyorsunuz, 20 küsür filme yetişememek normal. Okumaya bayılıyoruz orası ayrı tabii :)

      Cruella'nın yanan elbisesi süperdi ama beni asıl çöplerden etek büyüledi o filmde :) Licorice Pizza için doğru ama zaten film de çok kişisel ilerlediği için bizim daha farkına bile varmadığımız bir sürü şey vardır diye tahmin ediyorum.

      Ben Uluslararası filmleri Lunana dışında izledim ama onu izleyeceğimi çok sanmıyorum. İzlemediğim için onu hariç tutarak konuşuyorum, o kategoride yer alan filmler harikaydı ve hepsini tavsiye ederim. Animasyonlarda ise Flee (aynı zamanda Uluslararası ve Belgesel kategorilerine de aday) haricinde hepsi neşeli, hızlıca izlenecek filmler. Başlarsanız devamı gelir bence :)

      Sil
  2. Animasyon dışındakileri izledim. The Lost Dougheter'da sıkıldım epey. Ama ödül almış geçen gün okudum ya neydi unuttum. Cruella'yı çok önce zledim sevmiştim. Licorice Pizza beni hiç hiç sarmasa da birkaç yerde okuduğum kadarıyla ödül alacak sanki. Hoş bu işlerden anladığımı düşünmüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne ödülüydü hatırlamıyorum ama ben de okumuştum bir yerlerde. Bu işlerden ben de pek anlamıyorum, tahminlerim genelde tutmaz :)

      Sil
  3. Animasyonları da izlemen ne güzel. Türe bayılırım ama hepsini izlemeye zamanım yetmeyecek. Daha sonra izlerim artık.

    Diğer üç filmi de izlemek istiyorum. Özellikle küçük bir kız annesi olan ve annelikle daha tam barışamamış biri olarak ilk filmi çok merak ediyorum. Bakalım bana etkisi nasıl olacak?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Lost Daughter'ı ben asıl annelerden okumak isterim, izlemenizi tavsiye ediyorum. :)

      Sil
  4. oooo animelere geçmedim been, cruella nın hastasıyım :) licorice pizza filminde çok eğlendim yaaa :) özellikle sean penn de :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de tüm sıkıntılarına rağmen epey eğlendim Licorice'de :) Animasyonlar güzel bu yıl, izlemeye değer

      Sil
  5. ben izleyemedim sanırım izleyemem de bi süre artık sizlerden okur az çok fikir sahibi olurum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dilerim fikir verebiliyoruzdur o halde. Aralarından seçip izlemek daha iyi zaten, hepsi birden kısıtlı zamanda yoruyor :)

      Sil

Görüşleriniz benim için çok değerli :)