Merhabalar,
2022 yılının törenine aday Oscar filmlerini izlemeye ve yorumlamaya devam ediyorum. Bu süreçte görüşlerimi yazdığım filmlere dair yazıları bu linkten okuyabilirsiniz.
Bu yazıyla beraber izlemeyi planladığım bir film kalmadı, hedefimi tamamladım. Törene artık iyice yaklaşmış ve gün sayar hale gelmişken sonunda filmleri bitirebildiğim için mutluyum. Vize dönemime sarkacak diye aklım çıkıyordu, onun gazıyla olsa gerek nasıl bitireceğimi şaşırır hale geldim. Neyse ki sonu hüsranla sonuçlanmadı.
Benim izleyeceklerim bitti ancak bu son maraton yazısı değil, sırada bir tane daha var. O yazıda blogumda bu etkinliğe katılmadan önce izlediğim aday filmlerden kısaca bahsedeceğim ve böylece maraton dönemini kapatacağım.
THE TRAGEDY OF MACBETH
Adaylıklar: En İyi Erkek Oyuncu (Denzel Washington), En İyi Sinematografi (Bruno Delbonnel), En İyi Prodüksiyon Tasarımı
William Shakespeare'in oyunundan uyarlanan film, kralın tacını ele geçirmek isteyen bir lord ve eşinin yükselme arzularını ve onların hırsla dolu hikayelerini anlatıyor.
Shakespeare okumayı çok severim, Macbeth de favorilerimden biridir. Bu sebepten A24 gibi görüntü yönetmenliğine -ironik bir şekilde- gözüm kapalı güveneceğim bir stüdyonun Macbeth'i uyarlaması fikri beni çok heyecanlandırmıştı, izledikten sonra beni bir gram hayal kırıklığına uğratmadı. Film Macbeth'e yeni bir yorum getirme iddiasında değil, hatta oyunun sayfalarını açıp birebir devam ettirilmiş gibi sadık esere. Ancak Alman dışavurumculuk akımının sessiz film dönemindeki klasik örneklerini sıkça hatırlatan kendine has bir estetiği var. Oyunculuklar kusursuz. Işık ve gölgelendirmeler, filmin her bir karesi duvara asılası sinematografisine büyük zenginlik katıyor. Tüm bunlar sinemanın tiyatroyla ayrımını yer yer flulaştıran ve tiyatro severleri mest eden teatral bir çizgide ilerliyor. Uzun lafın kısası The Tragedy of Macbeth, benim Oscar sezonunda en beğenerek izlediğim işlerden biri oldu. Burada Oscar sezonunu takip etmeyen ancak edebiyatla içli dışlı olan pek çok kişi olduğunu biliyorum, bir Shakespeare uyarlamasının hakkını bu kadar iyi veren bu film onların da beğenisini kazanacaktır diye tahmin ediyorum.
Bu arada ben filmi Orhan Cevher'in çevirisiyle Türkçe altyazıyla izledim. Diyaloglar açısından zor bir filmin iyi bir çeviriye sahip olması beni epey mutlu etti çünkü dev streaming platformlarında yer alan günlük dilin kullanıldığı yüksek bütçeli yapımlarda dahi korkunç çevirilere maruz kaldığımız sık oluyor. İngilizce öğrenmemin en büyük nimetlerinden biri bu gibi çevirilere mahkum kalmamaktı ancak dilin kıvraklığının sonuna dek kullanıldığı, şairane diyaloglarla dolu filmlerde ister istemez gerekiyor altyazı. Orhan Cevher'e hem asıl esere, hem de filme saygı duyan özenli çevirisi için buradan teşekkür etmek istiyorum, onun altyazısıyla izlemek ayrı bir keyifti.
WEST SIDE STORY
Adaylıklar: En İyi Film, En İyi Yönetmen (Steven Spielberg), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Ariana Debose), En İyi Sinematografi (Janusz Kamiński),En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En İyi Kostüm Tasarımı, En İyi Ses
Aynı adlı müzikalden uyarlama film, farklı etnik kökenlerden gelen iki düşman çeteden çıkan bir aşk hikayesini konu ediniyor.
Tanıdık bir hikayenin hakkını tüm görkemliliğiyle veren bu yeniden çevrim beni büyüledi desem yeridir. ABD buralara çok uzak topraklar olsa da globalleşen dünya sayesinde oraların toplumsal sorunlarına aşinalığımız var, zaten benzer sorunlar dünyanın pek çok yerinde farklı şekillerde vuku buluyor. Bu filmde de iki düşman çete üzerinden bu sorunlara getirilen eleştiriler 2021'de gelmiş bulunduğumuz sinema dilini yansıtacak şekilde ve tam yerindeydi.
West Side Story göz alıcı rengarenk kostümleriyle, müzikal sekanslarıyla, keyifli koreografileriyle ve kusursuz görüntü yönetmenliğiyle tam anlamıyla beyaz perdede deneyimlenmek için yapılmış bir film. Ortada öylesine detaylı bir iş var ki kısacık bir saniye gözünüzü ekrandan ayırmak dahi bir sürü şeyi kaçırmanıza sebep oluyor. Kamera çekim tekniklerine dair ilgisi de bilgisi de olmayan biri olarak ben bile kameranın girdiği şekillere hayranlık duydum. Özellikle dansın yapıldığı spor salonuna giriş sahnesi ve su birikintisi üzerinden Tony'ye geçiş sahnesi film bitince dönüp tekrar tekrar izlediğim iki muhteşem sahne oldu. West Side Story vizyondan kalkalı çok oldu ancak olur da bir gün şansınız olursa mutlaka sinemada izleyin derim, hatta hangi sinemada yayınlanacakmış bana da söyleyin. :)
PARALLEL MOTHERS
Adaylıklar: En İyi Kadın Oyuncu (Penelope Cruz), En İyi Özgün Müzik (Alberto Iglesias)
Doğum hazırlığında iki bekar kadının yolları bir hastane odasında kesişir. İki annenin arasında tesadüfen gelişen bağ ikisinin de hayatını değiştirecektir.
Bu film internette ve buralarda pek sevilmedi, hem Pedro Almodóvar filmografisinin hem de Oscar sezonunun en zayıf halkalarından görüldü. Gördüğüm kadarıyla tesadüfler üstüne kurulan senaryo bu eleştirileri oklarını üzerine çekiyor ancak ben senaryoyu da, filmi de sevdim. Filmin aynı anda İspanya İç Savaşı'na değinmesi ve iki anneyle paralelini buradan kurması şaşırtıcıydı benim için, konusuna bakınca sadece anneler üzerinden belki de klasikleşmiş bir hikaye izleyeceğimi beklemiştim çünkü. Janis karakterinin hem atalarının tarihi konusunda hem de kendi gizledikleri konusunda sessiz kalmayı reddetme sahnesi filmin doruk noktasıydı ve gücünü oradan aldı diyebilirim. Pain and Glory gibi bir filmden sonra Parallel Mothers'ın izleyiciden tam bir karşılık görememesi anlaşılır ancak kendi içinde değerlendirilince izlemeye değer bir hikayeye ve görselliğe sahip.
BEING THE RICARDOS
Adaylıklar: En İyi Kadın Oyuncu (Nicole Kidman), En İyi Erkek Oyuncu (Javier Bardem), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (J.K. Simmons)
Film, I Love Lucy dizisinin başrol çifti Lucille Ball ve Desi Arnaz'ın özel hayatlarına ve kariyerlerine odaklanıyor.
İlgi çekici bir konu, sıradan ve sıkıcı bir işleyiş... Çiftimizin hayatlarının farklı dönem ve olaylardan paraleller kurarak mercek altına alınması fikri aslında çok hoş ancak bu filmde temeli pek sağlam kurulamamış. Oyunculuklar iyi ancak 3 adaylık gelecek kadar mı, bilemiyorum. Çok uzun süreli olmamasına rağmen filmi izlerken defalarca durdurdum, kalkıp çay yaptım, yetmedi kahve yaptım, bir ara bu filmin biteceği yok diye düşünüp izlerken bir yandan akşam yemeği hazırladım ancak sanıyorum ki bu filmde geçen 1 saat dünyada 7 yıl falan ediyordu ki yine de bitmedi. Being the Ricardos heyecanla izlemeye başlayıp çok da güzel sona ermeyen bir film tecrübesi oldu benim için.
Macbeth filmini izlemedim bunların içinden. Çok tarzım değildi, sıkılırm kasmayayım dedim.
YanıtlaSilFarklı bir sinema dili var filmin, alıcısı olmayana gerçekten baygınlık verebilir :)
Silbunlar arasında en sevdiğim paraleller :) ciciş film :) tahminler de yap bi ara, yapcaz işte herkes kendinceee :)
YanıtlaSilBenden başka birinin bu filmi sevmesi mutlu ediyor beni :)) Tahminler yolda, önce bir filmlerin yorumları çıksın aradan. Bakalım hangimiz en çok tutturacak :)
Silyaa almodovar işte bu filmin yönetmeni en sevdiğim yönetmen, volver, annem hakkında her şey, konuş onunla, bunları da izle bak bu yönetmenin :)
SilHiçbirini izlememiştim, izlenecekler listeme aldım. Çok teşekkürler Deep ☺️
SilÇok tebrik ediyorum. Bütün filmleri izlemek büyük başarı. İki yazını henüz okumadım. İzlediğim filmleri yorumlamışsın, onları ben de yazacağım bloğuma. Etkinde kalmamak için yazdıktan sonra okuyacağım.
YanıtlaSilSpielberg'ü çok sevdiğim için filmine öncelik tanıyacağım.
Ben de çok teşekkür ediyorum :) Yazıları heyecanla bekliyorum, zaten artık son haftaya girdik. Hepimiz izlediğimizi yazarız elimizden geldiğince :)
SilKing Richard ve west side story merak ettiklerim ☺️
YanıtlaSilMutlaka izlemelisiniz bence :))
Sil