Selamlar,
2022 yılının törenine aday Oscar filmlerini izlemeye ve yorumlamaya devam ediyorum. Bu süreçte görüşlerimi yazdığım filmlere dair yazıları bu linkten okuyabilirsiniz.
Bu yazının yayına girdiği tarih itibarıyla izlemeyi planladığım 4 film kaldı. Artık sona yaklaşıyorum, aynı şekilde törene de epey az zaman kaldı. Sırada 2 maraton yazısı daha var, onlar bittikten sonra artık işin tahmin ve asıl istediklerim kısmına geleceğim ve dilerim bu yılın Oscar macerasını kapatacağım. En son böyle bir işe kalkıştığım 2017 yılında film izlemekten yorulur hale gelmiştim ancak bu sene filmlerin hepsi çok iyi olmamasına rağmen şükür öyle bir durum olmadı. Gerçi büyük konuşmamak lazım, izleyeceğim son 4 film bana büyük bir şok yaşatmasın sonra. :)
THE POWER OF THE DOG
Adaylıklar: En İyi Film, En İyi Yönetmen (Jane Campion), En İyi Erkek Oyuncu (Benedict Cumberbatch), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Kirsten Dunst), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Kodi Smit-McPhee), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Jesse Plemons), En İyi Uyarlama Senaryo (Jane Campion), En İyi Sinematografi (Ari Wegner), En İyi Film Kurgusu, En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En İyi Ses, En İyi Özgün Müzik (Jonny Greenwood)
1920'li yıllarda, Montana'da iki kardeş beraber büyük bir çiftlik işletmektedir. Kardeşlerden George sakin ve ağırbaşlıyken Phil onun tam tersi karakterde, zayıflığı ve zayıfları hor gören ve bunu dile getirmekten çekinmeyen biridir. Kardeşlerden George, Rose ile evlendikten ve Rose'un oğlu Peter çiftliğe geldikten sonra Phil evin yeni üyelerinden rahatsızlık duyar ve zalimliklerine başlar.
Bu yılın en çok adaylığa sahip filmi The Power of the Dog, ilk bakışta beni sıkacak bir filme benziyordu ancak ters köşe yaparak favorilerimden biri haline geldi. İyi sinematografiye sahip sıradan bir film beklerken karşıma "güç" üstüne söyleyecek çok şeyi olan, her saniyesi ilmek ilmek işlenerek finaliyle bütünleşen müthiş bir film çıktı. Film hakkında detaylı analizler internetin her yerinde var, ben burada ayırdığım 3-5 satırda o toplara hiç girmeyeceğim. Ancak izleyenlere bu analizlere göz atmalarını tavsiye ediyorum, izleme keyfini ikiye katlayacak detaylar mevcut.
Bu gibi filmler bana sinema sanatının edebiyatla olan sıkı bağlantısını hatırlatıyor. Her iki sanat dalı da hikaye anlatısı üzerinden şekilleniyor ancak olay hikayeyi anlatmakta bitmiyor, diğer unsurlar olmadan asıl yapıt elde edilemiyor. Power of the Dog'u izlerken de tıpkı böyle hissettim, her şeyiyle bütünleşmiş müthiş bir anlatı vardı ortada.
KING RICHARD
Adaylıklar: En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu (Will Smith), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Aunjanue Ellis), En İyi Özgün Senaryo (Zach Baylin), En İyi Film Kurgusu
King Richard, Venus-Serena Williams kardeşlerin tenis efsanelerine dönüşmelerini sağlayan azimli yükseliş sürecini ve bu süreçte onlara koçluk yapan babaları Richard Williams ile olan aile ilişkilerini anlatıyor.
Spor filmlerini de biyografi filmlerini de pek sevmem; spor filmlerini herhangi bir dalına özel ilgim olmadığı için, biyografi filmlerini de genelde çok kalıplaşmış bulduğum için. İki türü aynı potada eriten bu film türlerde bir çığır açmasa da sadece bir motivasyon hikayesi olmadığı ve altında ırkçılığın uzun süreli etkilerinin siyahi bir ailede bıraktıklarına dair bir metni de işlediği için beni çok etkiledi. Williams kardeşlerin ünlü olduğunu biliyordum ancak benim bile isimlerini duymamın sebebini çok iyi gördüm bu filmde. Ayrıca filmdeki maç sahnelerini izlemek inanılmaz keyifliydi, buz pateni haricinde bir spor müsabakasını heyecanla izleyeceğim bir günün geleceğini hiç düşünmemiştim. Film bitince Youtube'u açıp kardeşlerin bazı maçlarından kesitleri bile izledim :)
THE EYES OF TAMMY FAYE
Adaylıklar: En İyi Kadın Oyuncu (Jessica Chastain), En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı
Film, televizyon programları aracılığıyla Hristiyanlığı yaymaya çalışan televangelist Tammy Faye Bakker ve eşi Jim Bakker'ın hızlı yükselişini konu ediniyor.
Sadece konusuna bakınca din sahtekarlığı üstünden elde edilen büyük zenginliklere eleştiri filmi beklerken Tammy Faye'in eksantrik karakterinin hakkını veren ilginç, hatta "camp" bir film çıktı The Eyes of Tammy Faye. Jessica Chastain'in törene de aday olmuş oyunculuğu, saç-makyajı ve filmin absürt tonu filmi klasik biyografilerin stilinden çok uzak tutuyor. Ancak filmde yer alan dramatik unsurlarda da aynı absürtlüğü sürdürse çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Tammy Faye Bakker'ı ve "televangelist" kavramını ilk defa bu filmde duyan biri olarak The Eyes of Tammy Faye'i sevdim. Chastain şimdilik Kristen Stewart ile beraber En İyi Kadın Oyuncu dalındaki favori adaylarım.
FLEE
Adaylıklar: En İyi Animasyon, En İyi Belgesel, En İyi Uluslararası Film
Film çocukken Afganistan'dan mülteci olarak göç etmek zorunda kalan başarılı akademisyen Amin Nawabi'nin gerçeğe dayanan hikayesiyle yıllar sonra yüzleşmesini anlatıyor. Flee aslında bir belgesel olsa da anonimliği koruyabilmek adına bunu animasyon yöntemiyle ekranlara taşıyor.
Çok zor bir hikayesi var Flee'nin. Savaştan kaçan mülteciler, dağılmak zorunda kalan bir aile, muhafazakar bir ülkede eşcinsellik, gidilen ülkede yaşanan kimliğini içselleştirememe ve bu hikayeyi yıllarca içinde saklama... Tüm bunları izlemenin zorlaştığı yerlerde farklı animasyon teknikleriyle ve yer yer arşiv görüntüleriyle izlemek insanın içine işliyor.
Amin'in unutmamak için yazdığı hikayesindeki kelimelerin animasyonla onun vücuduna işlendiği, o kelimelerle kendisine oluşturulan ama içselleştiremediği "kimliğin" gösterildiği sahne aklımdan çıkmıyor. Aynı şekilde ilk gençliği boyunca insan kaçakçılarının ellerine bakmak zorunda kalan, ailesinden uzaklaşarak ve kaçarak kendine bir yaşam kurmaya çalışan Amin'e "ev"in ifade ettiği şeyin "güvende olduğu yer" olması ve belgeselin buna paralel sonu çok etkileyici. Böyle çarpıcı hikayeleri daha çok izleriz umarım. Flee törenin Animasyon kategorisindeki diğer adaylarından hem konusuyla hem de animasyon teknikleriyle çok farklı. Mülteciliğin bireylere etkilerini ilk elden görmek isteyenler kesinlikle izlemeli.
THE HAND OF GOD
Adaylıklar: En İyi Uluslararası Film
Film, 1980'lerde ailesiyle Napoli'de yaşayan Fabietto'nun büyüme hikayesini futbol ve sinema tutkuları üzerinden anlatıyor.
The Hand of God başlangıcındaki önemli bir sahneden sonra İtalyan filmlerinden alışkın olduğumuz neşeli, birbirine takılan, kalabalık bir İtalyan ailesinin portresini yavaşça çiziyor. Akrabalar birbiriyle şakalaşıyor, bazen birbirlerini kızdırıyor ancak yine de kahkahaların havada uçuştuğu, sevgi dolu, imrenilesi derecede sıcak bir ortam içindeler. Ancak film ilerledikçe genç Fabietto ile birlikte biz de ailenin pek de kusursuz olmayan gerçeklikleriyle adım adım tanışmaya başlıyoruz. Bu gerçeklikler filmi iki yarıya ayıran bir dönüm noktasıyla sonlanıyor ve bu evreden sonra artık hikaye uyanan Fabietto'nun büyüme, olgunlaşma sürecine dönüşüyor.
Diğer dallarda da adaylıkları olanlar haricinde Uluslararası Film kategorisindeki filmleri izleme listeme almayı unuttuğum için bu film asıl izlenecekler listemde yoktu ancak Letterboxd'de karşıma çıkınca ve konusunu okuyunca filme atladım desem yeridir. Adaylığı konusunda çok güçlü değil gibi ama bana yine de iyi ki de denk gelmiş, bu filmi kaçırsam üzülürdüm. Bu sene Oscar filmleri bana bolca olgunlaşma ve karakterin kendisiyle hesaplaşma filmleri izletti ve The Hand of God da bu kategorilerde favorilerimden oldu. Bunun gibi ağızda acı tatlı bir his bırakan, kişisel tecrübelerden şekillenen coming-of-age filmlerini ayrı seviyorum. İşin içine filmin yaratıcılarının anıları, doğup büyüdüğü topraklar girince o film çok samimi bir havaya bürünüyor. Spoiler vermemek adına filmin kırılma noktalarından bahsetmek istemiyorum ancak yine de sonu üstüne düşünmemek elde değil, söylemeden geçemeyeceğim. Herkesin büyüyebilme süreci ve o süreçteki itici güçler bambaşka, birileri bize kendi tecrübelerinden çıkardığı tavsiyeleri verse de biz kendi seçimlerimizi yapıyoruz hep.
hand of god ı pek sevdim, mutlulukla izledim, belfast tarzı idi o da :) flee izlicam, oleeey oscarda formdasııın :) ve dikkat ettim, filmler hakkında iyi çözümleme yapıyon, sen seviyon sinemayı oldukça :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, mutlu oldum bunu okuyunca şimdi :) Sahiden seviyorum, kendi çapımda tabii. Hand of God'ı ben de tebessümle izledim sürekli. İnsanı keyiflendiren böyle bolca filmimiz vardı bu yıl :)
Sileveet bol biyografi vardı :)
SilBen bir filmi izledikten sonra Ekşi'de başlığını şukela modunda açar ve ilk 3-5 sayfayı okurum. Oradaki yorumları okumak çok keyifli. Bazen anlamadığım bir sahneyi, göndermeyi orada keşfederim. THE POWER OF THE DOG'u sıkılarak ve biraz hızlandırarak izledim. Yorumlarını okudukça film kafamda daha iyi oturdu. Sonunu etkileyici buldum. Yine de birkaç cevaplanmamış soru kaldığını düşünüyorum. Bu yüzden çok beğenmedim.
YanıtlaSilBu gibi yoruma açık filmlerde ben de çok seviyorum oraya bakmayı, insana farklı bakış açıları katıyor. Sonu gerçekten etkileyiciydi.
SilAsla tüm filmleri izleyemiyorum. Don t look up ve Encanto yu izledim şimdilik ☺️
YanıtlaSilEncanto en güzellerinden birii :)) Tamamına hep de gerek yok zaten, boşverin.
Sil